Ben, ortaçağdan kalma bir sarayın arka bahçesine bakan geniş bir odasının, günümüzde müzeye çevrilmiş kütüphanesiyim. Aslına bakarsanız ortaçağda kendini bilmez, burnu büyük kraliyet ailelerinin çocuklarından birinin oyun odası olmayı tercih ederdim; en azından çocukların dilinden anladığımı söyleyebilirim. Yirminci yüzyılda ayda yüzlerce insanı ağırlamaktan yorulduğumun ve hiçbirinin üslubundan anlamadığımın altını büyük bir hüsranla çiziyorum. İşin tek iyi yanı, müzeye çevrildikten sonra yüzlerce yeni arkadaş edinmem oldu, yoksa hayatımın geri kalanını hayal kırıklığı içerisinde geçirebilirdim.  Ben artık duvarları rengârenk sembol ve şekillerle-birçok kez kafa patlatmama rağmen ne anlama geldiklerini çözemedim- yerleri ise sisli bir güne kucak açan sabah yıldızlarıyla döşeli ile bir resim ve heykel müzesiyim.

Bu renkli karmaşanın yanında birde birbirinden ilginç sıra dışı arkadaşlarım var tabii. Akşam karanlık çöküp de ışıklar kapatıldığında değmeyin keyfimize…

Geçen hafta Bayan Kulakları Ellerinden Büyük ile Bay Tahtında Oturan Kolları Kesik Kral’ın düğün törenleri vardı. Tüm katlar davetliydi, özellikle ben ev sahibi olduğumdan dolayı şeref konuğu olarak en önde ki yerimi almıştım. Uzun yıllardır flört eden bu çift sonunda,  Fıskiye Altında Dans Eden Kadın’ın da yardımları ile nikâh masasına oturabilmişlerdi. Nikâh şahitlerinden biri ise benim can dostum Pipo İçen Tavşan Kafalı Adam idi.

Bu harika düğün sabaha kadar neşe içinde sürdü. Düğünlerini ortaçağdan kalma bir sarayda yapmak herkese kısmet olmuyor tabii. Eh, bu konuda fazla mütevazi olamayacağım; oldukça gizemli ve sıra dışı göründüğümün farkındayım, diğerleriyle aramda uçurumlaşan farkta bu zaten…

Muhteşem kapımdan girer girmez kendinizi bambaşka bir dünyada buluveriyorsunuz. Önce yerden yaklaşık otuz metre yüksekte cam bir koridorda yürüyorsunuz, sağınız solunuz boşlukta… Aniden aşağı bakarsanız sisli bir günde havada yürüyor hissine kapılabilirsiniz. Her ne kadar kütüphane havam kalmasa da, yine de eski ahşabın kokusunu alırsınız. Gerçi ben şimdilerde buram buram kokan ceviz raflar yerine, yüzlerce ayrı kil ve yağlı boya kokusu alıyorum ancak yine de kendimi seviyorum.

Aslına bakarsanız insanların içeri girdikten sonra kendilerini iyi hissetmelerini seviyorum. Başlarını kaldırıp tavana baktıkların da gotik süslemelerimden etkilenmelerini, yürürken duvarlarımda ki tarihin izleriyle karşılaşma anlarını seviyorum. Elbette eskiden olduğu gibi kütüphane olmayı tercih ederdim. İnsanların benden faydalanmaları ve yeni bilgiler edinerek bu kapıdan çıkmaları harika bir duyguydu. Binlerce kitabım vardı. Periyodik zamanlarda tozları alınan raflarım ve en değerli el yazılarının saklandığı cam vitrinlerim vardı. Müze olmama karar verildikten sonra hepsini taşıdılar, nereye gittiklerini hiç öğrenemedim.

En sevdiğim bölüm, çocuk kitaplarına ayırılan raflarımdı, dedim ya çocukların dilinden iyi anlarım. Bazı günler yirmişerli gruplar halinde gelirler, masal kitaplarının bulunduğu raflarımı talan ederlerdi. Yine de bu çok hoşuma giderdi. Onlarla birlikte bende tüm gün eğlenir, yeni masallar dinlerdim. Bazen bir masalın sonunu getiremeden uyuyakalır, çocuklardan birinin boşlukta yankılanan ani çığlığı ile kendime gelirdim. Her şeye rağmen yılda on binlerce insanın beni sürekli ziyaret etmesi kadar gurur verici hiçbir şey olamazdı. Her zaman en büyük korkum, bir gün hiç kimsenin uğramadığı bir yer olmaktı.

                                                                        ***

Gerçekten de öyle, hangimiz eski bir kütüphanenin son dileğini yerine getirdik? Yılda kaç kitap okuyoruz, kaç kez kitapçıya ya da kütüphaneye gidiyoruz? Yaşadığımız şehrin kütüphanelerinden birini hiç ziyaret ettik mi, en azından araştırdık mı?

Belki de dayanılmaz sessizlikler bizi boğuyordur. Kütüphanelerde ki sessizlik kuralına uymak bizi diken üstünde bırakıyor olabilir, ne dersiniz? Kitabımı kanepemde uzanarak okurum, diyenlerden olabilirsiniz. Eğer öyleyse, semt kitapçılarına uğrayanlardansınız, değil mi? Belki de benim gibi her Cumartesi kurulan Portobello pazarının müdavimlerindensiniz; sık sık gittiğiniz Hatchards, Foyles gibi büyük kitapçıların yanı sıra ikinci el kitap merakınız da var? 

Oysa kaçırdığınız o kadar çok şey var ki!

Bir kütüphanenin kapısından girdiğiniz de, tıka basa dolu, tavana kadar yükselen rafların heybeti karşısında hiç büyülenmediniz. Elinize aldığınız bir kitabın sayfalarını çevirirken içine işleyen eski ahşap kokusunu hiç duymadınız. Kim bilir belki onu bulmanıza izin verecek bir kitap bekliyordur sizi rafta; o günden sonra hayatınızı değiştirecek kadar anlamlı sözcüklerle örülmüş…

İşinizi biraz daha kolaylaştırmak için, şehrimizdeki kütüphaneler listesini bulabileceğiniz linki aşağıda paylaşıyorum. Taze fikirler, yeni başlangıçlar; biraz değişim, biraz da motivasyon için basit bir adım atın ve bir kütüphaneye gidin. İzin verin, kitaplar size özel olduğunuzu hissettirsin.

http://www.bl.uk/reshelp/inrrooms/stp/readerbulletin/libguide/publibraries/public.html