Daha önce kendinize hiç şu soruyu sormuş muydunuz;
“Ben bu işi neden yapıyorum?”
“Ben bu evde neden yaşıyorum?”
“Ben bu adam/kadınla neden evlenmek istiyorum?”
“Ben bu hayali neden kuruyorum?”

 “Ne gerek var ki canım bu soruları sormaya,
cevabını biliyoruz elbette.”
diye düşünüyorsanız orada büyük bir hata yapıyorsunuz uyarmak isterim.
Eğer bu soruların cevabını gerçekten bilseydik;
- Bu kadar insan batmaz,
- Bu kadar insan mutsuz mutsuz evlerinde yaşamak zorunda kalmaz,
- Bu kadar insan boşanmaz ya da sevmediği bir adam/kadınla birlikte yaşamak zorunda kalmaz,
- Bu kadar insan hayal kırıklığına uğramazdı.

------

Şimdi bu “Neden?” sorusunun nasıl bir sihre sahip olduğunu bir örnekle açıklayalım mı?

Bugün size bu soruyu hiç çekinmeden defalarca kendine soran ve bu sorunun ardından hayallerinin peşinden gitmekten çekinmeyen bir adamdan bahsedeceğim. Bu adamın adı Howard Schultz.

Kim olduğunu biliyor musunuz?
Hani şu sabahları uğrayıp bir bardak kahvesini içmeden ayılamadığınız,
Arkadaş buluşmalarında her masasında ayrı dedikodu bıraktığınız o mekan; Starbucks…

Şimdi Howard Schultz’un hayallerinin peşinden, “Neden?” diye sora sora nasıl ilerlediğini kısaca anlatacağım. Ama önce bu adamın hayatını kısaca bir okusak hiç fena olmaz bence.

Her hikayede olduğu gibi, fakir bir aileden gelen Schultz, üniversiteyi bitirene kadar fakirlikle savaşıp durmuş bir gencimiz. Her neyse, kahramanımız üniversiteyi bitirir ve iş hayatına atılır. Çalıştığı iş yeri mutfak gereçleri satmaktadır ve bir firma sürekli yüksek miktarda filtre kahve gereçleri sipariş etmektedir.

İşte ilk soru burada gelir; “Bir firma neden bu kadar filtre kahve gereci siparişi verir ki?” diye sorar Schultz ve ardından hiç işi gücü yokmuş gibi New York’tan kalkıp Seattle’a gider bu cesur yürek.

Orada, 1971 yılında kahve düşkünü iki öğretmenin ve bir yazarın kurduğu, sadece kahve tohumu satan Starbucks’ı görür. Ve ikinci kez sorar neden sorusunu; “Neden bu kadar iyi kahve çekirdeği üreten firma daha fazla kişi tarafından bilinmiyor?”. Nedenini bulur, çünkü bu üç adam da bulundukları noktadan gayet memnunlardır ve asla bir adım öteye gitmek istemezler. Ama neden? Sorup durur bunu Schultz. Ama bu sefer kendine değil, Starbucks kurucularına. Ve tam bir sene sonra onları, firmanın pazarlamadan sorumlu yöneticisi olmaya ikna eder. Ne hoş! Eğer kahramanımızın başka neden’leri olmasaydı büyük ihtimalle şu anda adını duymadığınız bir Starbucks bir yerlerde bizden habersiz yaşıyor olacaktı. Çünkü ortaklar markanın büyümesine direndikçe direniyorlardı. Ama Schultz cebinde sonsuz neden ile yolculuğuna devam ediyordu.

Dünyada kahvenin olduğu, kahve kültürünü görebileceği her noktaya sokmak artık Schultz için alışkanlık olmuştu ve bu alışkanlığa bayılıyordu. En son İtalya’da Espresso ile tanıştığında bir neden daha geldi içinden; “Starbucks bunu neden yapmasın ki?”.

Oturdu düşündü taşındı ve bu sorunun cevabını, daha doğrusu engellerin neler olabileceğini aradı ama bulamadı. Çünkü öyle seviyordu ki işini ve öyle güzel hayal edebiliyordu ki, sorduğu tüm neden’ler, yapbozun eksik parçası gibi konuveriyordu düşüncelerine.

Ama ortaklar zaten iyi giden bir şirket için böyle riskleri almak istemediler ve hiçbir başarılı kahve denemeleri onları ikna etmeye yetmedi. Ama Schultz bunu her şeyden çok istiyordu ve sonra elindeki nedenleri bırakıp hırsının peşinden giderek 1976 yılında bir kısmını Starbucks’ın karşıladığı sermaye ile Il Giornale’yi açtı. Burayı bir İtalyan Espresso dükkanı olarak tasarladı ve konsept ve menü tamamen buna göre dizayn edildi. Her şey İtalya’daki gibi olsundu derdi ama küçük bir ayrıntıyı unutmuş gibiydi Schultz; Amerika’nın orta yerine kurulan mekana gelen hiçbir Amerikalı İtalyanca menüyü anlayamadı. Ne diyordu bu menü? Muhtemelen müşteriler kendi kendilerine şu soruyu sordular; “Bu menü neden İngilizce değil?”.

Hedef kitlesinin isteklerini es geçerek sadece kendi isteklerine odaklanan Schultz, hatasından çok çabuk ders alarak hemen telafiye başladı. İşte buna kriz anı yönetimi diyoruz. Her zaman bir B planınız olmayabilir ama o anda “Neden?” sorusu size sihirli bir el feneri görevi görebilir.
- Neden sevmemişlerdi bu mekanı? (Anlamadıkları bir kültür ve tat yetmezmiş gibi bir de anlamadıkları dilde bir menü ile karşılaşmışlardı.),
- O zaman neden ısrarcı olacaktı ki?

O kadar çok ister ki Starbucks ile yola devam etmeyi. O günü hayal etmekten bıkıp usanmaz Schultz ve sonunda mucize zannedilen şey gerçekleşir. Ortaklar şirketi satmaya karar verir. Schultz, o sırada 3 şubesi olan Il Giornale’ye rağmen hiç tereddüt etmeden Starbucks’ı alır. Tam 34 yaşında her şeyi geride bırakarak yeni hayatına başlar.

Bu hikayenin sonrasını çok iyi biliyorsunuz.
Franchising’ler,
Yalın yönetimler,
Yeni çalışma modelleri,
Yeni çalışma sistemleri,
Duygusal bağlılık oluşturma çalışmaları falan filan.

Bu falan filanın içi öyle dolu ki aslında… Bir gün zamanınız olursa Yalın Yönetim modelini ve Starbucks’ın bu modele nasıl entegre olduğunu mutlaka okuyun.

Her neyse…
Kısa lafın özü diyor ki;
Sadece hayal etmek yetmez, aynı zamanda;
- Gerçekten istemek
- Neden diye sormak
- Sınırlarını bilmek ve
- Adım adım ilerlemek lazım.

Tıpkı,
Bir hayalden diğerine küçük seksek oyunu gibi…