Bir dokun bin ah işit...

Geçen hafta bu sütunlarda, Amstedam’da yapılan iki kültür etkinliği ile ilgili izlenimleri paylaşmıştım. Yazının son paragrafı şöyle bitmişti:
“Amsterdam’daki Arap Edebiyatı Gecesi programı, tek kelimeyle bir kültürel diplomasi örneğiydi. Kimse alınmasın, Hollanda’da kültürel diplomasi meselesinde Faslılar bizden çok ilerideler. Arap Edebiyatı programına katılanların yüzde 75’i Hollandalıydı. Hem de sokaklarda dolaşan işsiz güçsüz olanlar değil. Katılanlar arasında senatör de vardı, belediye başkanı, yazar, sanatçı, siyasetçi, yaşlı ve genç de.
Organize eden kurumu yıllardır tanıyorum. Öyle, ayda onbinlerce euro kira ödedikleri şatavatlı binaları filan yok. Fas devletinden maaş da almıyorlar. En büyük özellikleri, yaptıkları işe inanmak ve Hollanda’daki sistemin kodlarını çözmeleridir.
Gıpta ve tebrik ettim”.


Bir kaç gün sonra bu paragrafı, sadece whatsApp grubundaki dostlarıma gönderdim. Bazı dostlarım Twitter’da da paylaştılar. Aynı gün hatta aynı saatlere, farklı görüşlere mensup dostlarım birbirinden değerli tepkiler verdiler. Gelen tepkilerin yoğunluğu beni çok şaşırttı.
Heyecanlandım da...

'Bravo' diyen de, alkış tutan da, 'işte bu' diyen de, eleştiren de vardı.

Toplumun farklı kesimlerinin, gönderilen paragrafta dikkat çekilen konuyla ilgili neler düşündükleri ilginçti. Bazı reaksiyonları burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Almanya’dan bir dostum, kuruluşunda içinde bulunduğu bir kuruluşumuzdan örnek vererek şu yorumu yapmış: “Kuruluşumuz ilk yıllarında çok iyiydi. Köln’ün merkezinde mütevazi bir büromuz vardı ve şimdiki Federal Meclisi idare amiri ile çok iyi ilişkiler içindeydi. Ayrıca, Almanlardan çok etkili iki vakıf, ortak projeler yürütelim teklifi ile gelmişlerdi.
Sonra ne oldu? Bırak toplumda saygın bir müracaat kurumu olmayı, önce kendi kurucularına ve üyelerine yabancılaştı. Ardından şatafatlı bir bina edinme isteği öne çıktı. Bina ile birlikte de halktan ve kamuoyundan kopma başladı, ulaşılmaz bir konuma geldi. Şimdilerde ne yer ne içerler bilmiyorum. Çoktan istifa ettim kurucusu olduğum kurumdan.
Faslıları ben de canı gönülden tebrik ediyorum. Bravo bu insanlara”.


Hollanda’dan sosyalist bir dostum ise şunları yazmış: “Veyis, umarım öğrenmişsindir bir şeyler. Onlar evrensel anlamda sanatla kültürle uğraşan toplum dinamikleridir. Tabiki ciddiye alınacaklar. Onların bir ideolojik oluşuma yaklaşabilme ve yaranma gibi bir dertleri yok”.

Peki, bizimkilerin ideolojik oluşumlara yaklaşma ve yaranma gibi bir dertleri var da, bunun için mi, Hollandalıları etkileme meselesinde başarılı değiller?

Hollanda medyasında çalışan bir dost da şunları dile getirmiş;
“Bu dediklerini ben yıllardır söylüyorum dinleyen yok. Den Haag’da ödül töreni düzenliyorlar biletler hatırı sayılır paralara satılıyor ve katılımcılar bilet bulamıyor. Söylenecek çok söz var ama kodları çözmenin dışında, düşmanda olsa birbirlerini koruyorlar. Bir de bize bak, kim kimin ayağını nasıl kaydırırımın peşinde”.

Amsterdam’dan bir filozof dostum ise Faslı’lar için “Ben de tebrik ediyorum. Bu idealist insanların çalışmaları bizi karanlığa boğulmaktan kurtaracaktır” diyor.

Den Haag’dan uluslararası hukukçu bir dost da şu cümleleri göndermiş “Veyis Bey, doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur derler. Doğruyu yazmışsınız ama acaba buradaki millete yatırım yapmadan katkıda bulunmadan, sadece isteyen yönetici kanaat önderi diye ortada dolanan ilgili ve bilgili ( ! ) insanlarımız acaba bu cümlenize ilgi gösterirler mi”?

Çok yakın çalışma arkadaşlarımdan birisi de, “Meselenin herkes farkında da ancak egolar ve kıskançlıklar aklın önüne geçiyor” diyor.

Bizim namı diğer Efsane lakaplı dostumuz ise şu cümleleri göndermiş: “Millet benden önce davranmış. Ben de yorum yazacaktım. O son parağraf süper olmuş. Süper bir yorum. Hakkı teslim etmişsin. Doğruya doğru. Bir daha okudum. Mest oldum. Korkunç vurucu bir ifade”.

Ve Hollanda’dan medya dünyasında etkin bir dost ise dobra dobra şunları yazıp göndermiş:
“Veyis Bey, yazdığın makaleyi okudum. Yazdığın makale o kadar farklı gerçeklerimizi dile getiriyor ki gerçekten görülmeden, değerlendirilmeden, övülmeden ve 'bravo' denilmeden geçilemez.
Türk diasporasını eleştirdiğin noktalar o kadar güzel ki...
Ancak o eleştirilerin hepsini kendi deneme tahtamızda da denemiş olmamız lazım.
İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıran bir milletiz sonuçta vesselam”.


Evet, 'bir dokun bin ah işit' herhalde buna derler. Toplumun kanayan yaralarından birine mi dokunduk bilmem ki. Dostlarımız 'lep' demeden 'leblebi'yi anlamışlar ki, yorum üstüne yorum göndermişler.
İnşallah maksat hasıl olur, vesselam.