Günlerden çarşamba, üç gün sonra kutlamalar var.

Öz babanız, ya da baba bildiğiniz, baba yerine koyduğunuz, gönlünüzdeki babanız… Ona bir hediyeniz, mesela güzel yüreğinizin bir şiiri diyordum. Sonrasında sosyal medyadan seslendim şairlere… Şiir Antolojisi Atölyesi’nden anons yaptım; canlı yayın ve yazılı. Sormayın bir heyecanlıydım ki, şiir okudum, okurken ağladım bile… Birazdan da benim ve Şair-Yazar Yaşar Adıyaman’ın, Babalar Günü adına hazırladığımız şiir yarışmasında birinci olan hanımefendi ile buluşacağım; Sevda Evyapan. Buluşmamız telefonda olacak, arıyorum…..

Yumuşacık bir ses tonundan “Hello.” dedi. Ben de “Merhaba hanımefendi.” dedim, kendimi tanıttım. Gerçi bekliyordu ve beni biliyordu az çok. Konuşmamız öyle güzel sohbet havasındaydı ki, tüm ailesini tanıdım. Facebook sayfasından kara kaşlı, ceylan gözlü, alımlı, narin ve güzel bir bayan olduğunu görmüş hatta zarifliğini bile hissettmiştim. Telefondaki kadife gibi yumuşacık ses tonu da bütünlemişti, göremediğim görünüşünü. Öyle sohbete daldık ki, neler konuştuk bir bilseniz, hem de asıl konuya bile gelmeden.

Benim müziğe olan aşkımı öğrenince “Dur, bekle. Bak ne okuyacağım sana” dedi. Önce “Bütün kuşlar vefasız, Mevsim artık sonbahar.” dedi, sonra gülümsedi ve devam etti “Sevmekten kim usanır, Tadına doyum olmaz, Hangi gönül uslanır, aaaaaaahh Sevenle oyun olmaz.” Sesi mükemmeldi, beni mest etti. İsterdim ki siz de duyasınız, inanın ayakta alkışlardınız. Öyle muhteşem bir ses… Kendisini anlatmaya başladı, gerçi ben sormuştum önce.

Simdi Sevda Hanım’ın dünyasındayız… Anlatıyor, dinleyelim.

Babaannemi görmeye, Şarkışla’nın Söğütcük köyüne giderdim. Onu çok severdim. Onda kalmaya bayılırdım. Sanki onun kızıydım! Ne bileyim, gittiğimde çok mutlu olurdum. Hep köyde babaannemle kalmak isterdim. En tuhafı da eve döndüğümde utangaç olurdum. Özellikle de annem ve babamdan utanırdım. Eve gelen misafirlerin kızı gibi utanırdım işte… Anneannem ise Tutmaç Köyü’nden Eşref Ağa’nın kızıydı. Saçlarını bakıcıları tararmış. O zamanlar kemik taraklar varmış, çok kıymetliymiş bir de. İşte o taraklarla taralarmış…

Anneannemi yaşı gelince evlendirmişler. Halbuki onun da sevdiği varmış. Sevdiğine vermemişler. Dertli sevdiği, sevdiğinin çeyizinin gittiğini görünce, ardından “Çeyizi gittiği gibi gele.” diye bağırmış. O evlilikten anneannemin iki kızı olmuş. Bir gün bahçedeyken duyuyor ki, eşini kene vuruyor ve ölüyor. İki çocuğunu anneannemin elinden alıp, sonra anneannemi Musa dedeme vermişler. Musa dedem çok yakışıklıymış. Evlendikleri gece de anneannem sabaha kadar dedemin yüzünü izlemiş. Ramis, Musa dedemin abisi, çatal yürekliymiş. Pünzürük’ün deresine düşmüş. Musa dedemi de dövmüşler sonra orada. Ondan sonra da dedemde eski düzen kalmamış. Kafasına nasıl vurmuşlarsa...

Babama gelince Sivas’ta ‘Dönerci Fevzi Usta’ diye tanırlardı. Herkes tanır ve severdi, işi çok iyiydi. Sabah erkenden işe giderdi, kendi iş yeriydi. Hep çalıştı babam, hafta sonları bile… Beraber fazla anımız yok aslında, ama bunu anlatmadan duramayacağım. Babamı korkarak severdik. Onun bir fiskesini bile görmedik. Üzerimize titrerdi, biz her şeyiydik… Bir gün annemle erkek kardeşim halk otobüsüne biniyor. Erkek kardeşim ayağını uzatma yerine oturuyor. Halktan biri gelip, “Sen ne hakla oraya oturursun?” deyip bir sille atıyor kardeşime. Otobüsten inince, annem devriyede olan polise durumu anlatıyor. Rapor ediyorlar. Zaten babamın iş yeri de hemen oracıkta. Babamın yanına gidiyorlar. Babam, kardeşimi ağlarken görünce, annem mecbur kalıyor anlatmaya. Olayı duyan babamsa, önlüğünü çıkarıp koşarak otobüsün önüne atlıyor. Durduruyor kocaman otobüsü, ama adam yok içinde, çünkü yanlış otobüsmüş. Babam o gece, o adamın evine kadar gidiyor. Adama da söylemişler, usta seni bulur diye. Zaten polis de biliyor. Babam adamın evini buldu ama adamı bulamamış. Eve gelince üzüntüden tuvaletin camına kafa atıyor; burnu kanıyor. Sarı viledayı alıp gelen annem babamın kanayan burnuna tutmaya çalışırken ayağına cam parçaları saplanıyor. O geceyi bizimkiler hastanede geçiriyor. Ben sanırım ortaokul üçüncü sınıftaydım, erkek kardeşim de ilkokul üçteydi. Dünyanın en iyisiydi babam, halen de öyle…

Biz çok küçüktük… Babam Arabistan’a çalışmaya gitmişti. Geldiğinde öyle mutluydum ki, bana beyaz incili bir ayakkabı getirmişti. Ayağıma belki iki numara küçüktü, ama kimseye küçük olduğunu söylememiştim. Zorla giymiş, hemen sokağa çıkıp, yokuş aşağı nasıl koşmuştum. Hiç unutamam daha dün gibi… Ertesi gün ayaklarımın halini ne sen sor ne de ben söyleyeyim. Bebek getirmişti! Ben daha ilkokul üç ya da dörde gidiyordum galiba. O zamanlar bir savaş durumu olmuş, ben de demişim ki: “İncili ayakkabılarımı giyip kıyamete koşacam anne.” Babam hep dönerciydi, Arabistan’da da dönerciydi; çok severdi mesleğini. Halen bırakmadı. Bugün ben babamdan, anavatandan ayrı da olsam, babamın sesini duyduğumda kendimi, yanındaymış gibi hissediyorum. Her döner yediğimde de cam kırıkları aklıma geliyor. Şu otobüsteki adam hikayesi…. Sonra tebessüm ediyorum…

Evde kapı zilim çalınca konuşmamıza ara vermek zorunda kaldım. Teşekkürü ettim. Konuşmamızı mutlu bir şekilde sonlandırdık. Öyle çok konuştuk ki artık arkadaş olmuştuk. Hazırdım onunla sanat müziği söyleyip şiirler okumaya. Ödül aldığı şiirini paylaşmadan geçemedim.

O BENİM BABAM

Çocukluğumun kahramanı,

Korkularımın sığınağı,

Güçsüzlüğümdeki hayallerim,

O Benim Babam;

Başaramadığımda:

Bana güç veren,

Başardığımda ise

Kendimi ispatladığım

O Benim Babam;

Bazen tek korktuğum,

Bazen tek saydığım,

Bazen de tek sevdiğim,

O Benim Babam;

Kendimi onda gördüğüm,

Canımdan öte sevdiğim,

Taa kanımdan hissettiğim.

O Benim Babam;

Bazen en çok kızdığım,

Bazen de "O hep haklıdır!" dediğim

Ve en çok özendiğim,

Onun gibi olmak istediğim.

O Benim Babam;

Canımdaki,

Kalbimdeki,

Kanımdaki,

Tek ama tek özendiğim, canım babam.....

O Benim Babam...

Sevda EVYAPAN

Bu kadar güzel anılardan sonra Babalar Günü’nün nasıl ortaya çıktığını öğrenmeden kutlama yapmak da olmaz sanırım. Öyle ilginç ki, Babalar Günü, Anneler Günü’nden sonra kutlanmaya değer özel bir gün olarak ilan edilmiş. Amerika’dan iki kadın farklı yıllarda Babalar Günü’nün kutlanılması gerektiğini gittikleri kilisede papaya önermişler. İlki 5 Temmuz 1908 tarihinde Bayan Grace Golden Clayton tarafından, maden patlamasından sonra hayatını kaybeden babaları yad etmek adına, ikincisi de 1910 yılının Haziran ayında Bayan Sonora Smart Dodd tarafından Amerikan İç Savaşı gazisi olan babasının, altıncı evladını doğururken ölen annesinin tüm annelik sorumluluklarını üstlenen babası ve babası gibi babalara vefa borcunu ödemek adına kilisede teklif edilmiş. 1972 yılında Nixon yönetimi tarafından, Babalar Günü kutlaması resmî olarak, Haziran’ın üçüncü haftası tarihi ulusal günler arasına alınıyor. Dünyada çoğu ülkede bu tarihte Babalar Günü kutlanır. Babalarımızın Günü kutlu olsun! Vefat etmişlerin de ruhu şad olsun. Hiç bir yavrumuz babasız kalmasın...

Hülya KARS