Beyzbol sopasına karşı ele alınabilecek şeyler

OBAMA, bizim Başbakan’la telefonla konuşurken eline beyzbol sopası almış...

Ulusumuz yasta.
“Gitti ulusal gurur gitti” diye feryat ediliyor.
Hatta “çuval”dan girip “uçak”tan çıkanlar bile var.
Kısacası... 
Bir şey yapmalı.
* * *
Bu konuda “misilleme” en akla yatkın çözüm gibi...
Başbakanımız, Obama’yı aramadan önce eline bir şey almalı...
Fakat beyzbol sopası bize ters...
Bu durumda o “şey” ne olabilir?
Ben bir liste çıkardım.
Takdim ediyorum:
* * *
-  LEVYE: Şoför esnafımızın vazgeçemediği saldırı aracıdır. Yerlidir. Etkilidir...  Milletimiz levyeyi görünce mesajı alır ve biraz olsun rahatlar.
-  TERLİK: Fırlatılmaya hazır bir şekilde elde tutulmalı... Arada ufaktan masaya da vurulabilir. Özellikle “annelerimiz” ve “çocukları” mesajı hemen kavrar. Ayrıca Arap sokaklarında da yankılanır.
-  KEMER: Babaların milli dayak aracıdır. İki ucu birleştirilerek kısaltılmış halde elde sallanır... Fotoğrafta şık durur... İntikam fazlasıyla alınmış olur.
-  HAYDAR: Polis teşkilatında copa verilen isimdir... Bu açıdan milli bir tarafı var... Başbakan’ın Obama’ya yanıt için elinde “haydar” tutması, son zamanlarda duvara dizilmek nedeniyle gururu incinen Türk polis teşkilatına da bir moral olur.
-  KERATA: Orta boy bir ayakkabı çekeceğiyle “sana bu bile kâfidir lan Obama” mesajı verilir. Böylece acayip gururlanırız. Oh mis.
-  OKLAVA: Beyzbol sopasına göre daha ince kaçacaktır ama siz işlevine bakın. Oklava bir semboldür: Anadolu’nun sembolü / Geleneğin sembolü / Yufkanın sembolü / Ve bize özgü şiddetin sembolü...
-   MERDANE: Beyzbol sopasına göre biraz tıknaz...  Pehlivan gibi bir şey...  Kaldı mı bu aletten? Bilmiyorum. Kalmadıysa bile Başbakan’ın mesajı için bir yerlerden bulup buluşturulur herhalde... 

“TEK Parti” dönemine laf çakarken en fazla kullandığımız cümle şu idi:
“Halk plajlara akın etti / Vatandaş denize giremedi”.
Hatay Dörtyol’daki karakol denetimi, bana en çok bu cümleyi anımsattı.
* * *
Ne oldu Hatay Dörtyol’da?
Polis önüne çıkan iki delikanlıya “halk” muamelesi yaptı.
Fakat sonradan anlaşıldı ki o iki delikanlı “halk” değil, “vatandaş”.
Bunun üzerine “vatandaş”a “halk” muamelesi yapan polisler, duvara dizildi.
“İki vatandaş”a “Hangisi vurdu? Hangisi vurdu?” diye sorularak seçme hakkı tanındı.
* * *
Kısacası...
“Tek Parti” döneminden...
“Halk plajlara akın etti / Vatandaş denize giremiyor” cümlesi elimizde kaldıysa...  Yeni dönemden de...
“Polisin halk sandığı iki delikanlı, vatandaş çıktı” cümlesi elimizde kalacak.

-   İftar vakti... Bodrum’un en nadide balık lokantalarından biri... Fazla kalabalık yok... Bazı masalarda demlenmeye çoktan başlanmış... Bazı masalar ise iftar için ezanı bekliyor... İşte böyle bir şey ramazanda Bodrum...
-   Ramazan öyle bir etkilemiş ki Bodrum’u, “yüksek sezon”un tam ortasında “ölü sezon”dan bile daha az tatilci var sokaklarda...
-   Oteller sinek avlıyor. Restoranlar da...
-   En sakin yer en pahalı bölge: Türkbükü...
-   “Türkbükü’ne akın edenler birden bire acayip muttaki mi oldu?” diye soruyorum. İşi bilenler yanıt veriyor: “Hepsi Yunan adalarına kaçtı”.
-   Peki neden? Neden Yunan adalarına kaçıyorlar? Neden Allah’ın bildiğini kuldan saklıyorlar? Bunun da cevabı hazır: “Hepsinin devletle işi gücü var, göz önünde olmak istemiyorlar”.
-   Yani? “Şunlara bak, aziz mübarek günde neler de yapıyorlar” türü devletlû homurdanmaların muhatabı olmak istememek...  Bütün mesele buymuş.
-   Yunan adaları bu yıl bayram ediyormuş. Bazı Ege gazetelerinde Yunan adalarındaki tesislerin ilanları yayınlanıyor. O derece yani...
-   Hükmümü veriyorum: Bir yerde din zabitliği burnunu çıkarmaya başlarsa orada riyakârların sayısı acayip artar.

-  Star Televizyonu çuval dolusu parayı Acun’a bayılınca Behzat Ç.’ye “hadi sen git işine de herkes kendi işine” der mi acaba?
-  “Kabinede revizyon” söylentilerinin eskisi gibi kulisleri dalgalandırmaması “tek adam” yönetiminin tescillendiği anlamına gelir mi acaba?
-  Yeni yazılacak olan “görgü kuralları” kitabında “kalabalık bir ortamda masadakilerle konuşmak yerine cep telefonuna gömülmek görgüsüzlüğe işaret eder” gibi bir cümle yer alır mı acaba?
-  “Özgür Suriye Ordusu” militanlarıyla Kaddafi’yi deviren militanların benzerlikleri sadece tesadüfle açıklanabilir mi acaba?

PEK muhterem iktidar karşıtları...
Bakıyorum da Abdullah Gül, danışmanı aracılığıyla “Çok rahatsızım çok” deyince gözlerinizden bir sevinç bulutu geçmeye başladı.
Geçmesin. Sakın.
* * *
Muhteremler!
Unutmayın: Gül’ün rahatsızlığında...
Suriye yoktur, biber gazı yoktur, “Şemdinli’de neler oluyor” sorusu yoktur, “tek adam” meselesi yoktur, tahammülsüzlük olayına gönderme yoktur, toplumsal barış adına kaygı yoktur.
Peki ya ne vardır?
“Numan’ı seçecek gibisin, onu seçme beni seç” meselesi vardır. Bu da “tatlı” mı, “tatsız” mı olacağı henüz belli olmayan kişisel bir rekabetten başka bir şey değildir.
İçinde “politika”nın “p”si bile olmayan bir rekabet. Böyle bir rekabette size düşen olay yerinden anında uzamaktır.
* * *
Pek muhterem iktidar karşıtları...
Güçlü rakibinizin iki güçlü adamı arasında çıkması muhtemel koltuk kavgasından medet ummak delikanlıya yakışmaz.
Hem zaten umsanız da ummakla kalırsınız.
Çünkü bir yerde güç varsa, orada esaslı bir kavga çıkmaz.
Ya da şöyle söyleyeyim:
Kavga çıkması için gücün azalması şarttır.
Şu anda güçlerinden bir şey kaybetmiş değiller. O nedenle kavga mavga bekleme.
Onlar dövüşecekmiş gibi yaparlar, daha sen ne olduğunu anlamadan bir de bakmışsın ki birbirlerine gözyaşları içinde “kardeşim” falan diyerek sarılıvermişler.
Kalakalırsın ortada...
* * *
Pek muhterem iktidar karşıtı kardeşim... Eğer “ille de bu iktidar gitsin” istiyorsan, “yaşasın, bunlar kavga edecek galiba” diye el ovuşturmak yerine... Çalış, çabala, didin, örgütlen, sadece “vatandaş”a değil “halk”a da dokun...
Ne demiş Âkif?
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”.

SESSİZ sedasız ara vermişti.
Sessiz sedasız dönüverdi.
Hürriyet’in birinci sayfası yine şenlendi. O kadar çok kişiden duyuyordum ki “Latif nerede? Ne zaman başlayacak?” sorularını...
Çok bahtiyarım çok...
Çünkü Latif’in çizgilerine kavuştuk... “Ne zaman başlayacak? Nerede?” gibi sorulardan kurtulmak da cabası...

CUMHURBAŞKANI’NIN danışmanı Ahmet Sever konuştu. Ona yanıt Başbakan’ın danışmanından geldi.
Şimdi sıra yeniden Sever’de...
Eğer Sever yeniden konuşursa, bu kez sıra Başbakan’ın danışmanına gelecek...
Ne dersiniz?
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan sonunda kardeşçe kucaklaşır ve olan danışmanlara olabilir mi?

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)