Berimene re skilos (3)

Herkes yan yana, ucu Makarios’ta biten dört-beş sıranın içinde, arka arkaya durmuş öne doğru gitmeye, ite kaka Makarios’a ulaşmaya çalışıyordu. Önlerde, rakiplerini saf dışı bırakarak Makarios’un elini tutmaya başaran hızlıca Makarios’un elini öpüyor ve sıradan çıkma uğraşı vermeye başlıyordu. Sıraya girmek ne kadar zor idiyse, çıkmak da o denli zordu.

Ağır ağır öne doğru yaklaşmaya başladık. Önümüzde bir ana kız duruyordu. Kızı bizim yaşlarda ve bizim boydaydı. Üstünde, uzun kollu, yakası beyaz, kız manastır okulunda giyilen tek parça koyu lacivert renkli bir elbise vardı. Terra Santa (manastır) kız okulundan veya da Faneromeni (kilise) kız okulundan olmalıydı.  Annesinin elini sıkı sıkı tutmuştu, o kalabalıkta kaybolmamak ve ezilmemek için. O kıza bir vücut çalımı atıp bir sıra öne geçtik ama annesi bir kartal gibi elimi tutarak, Aydın’la beni geriye fırlattı. Bayağı canı sıkılmıştı anlaşılan önlerine geçmemizden.   

O hengamede Makarios’a ilk ulaşmayı başaran Aydın oldu. Arkasında manastırda okuyan kız, onun arkasında da ben vardım. Aydın, Makarios’un elini tutmayı başarınca, ne olur olmaz kaçmasın diye iyice kavradı ve elinin üstünü, parmakların başladığı yer ile bileğin arasında kalan yeri, öpüp arkasından da başına koydu…


Makarios sanki de eline pislik bulaşmış gibi, yüzünü buruşturarak aniden elini geri çekti. Aydın’ı kendinden uzağa itelerken ağzından da “skilos” kelimesi döküldü. Ben duyduklarıma inanamamış ve gördüklerimden de donup kalmışken, önümdeki ana kız herhalde çok heyecan içindeydiler ki, neler olup bittiğini anlamadan ileri doğru bir hamle yapıp,   Makarios’un eline yapıştılar ve gülücükler içinde birkaç kelime söyleyip Makarios’un elini öptüler. Makarios’un yüzü de hemen değişmiş, nefret ve iğrenme ifadesi yok olmuştu aniden Rum ana kızı karşısında görünce.       

Benim ayaklarım geri geri gitmeye başladı, arkamdakilerin beni iteleyip öne geçmelerine gücümce izin verdim. Büyük bir düş kırıklığına uğramıştım… İçimden de Makarios’a ulaşmak ve Rumların yaptığı gibi elini öpmek geçmiyordu. Nasıl olsa bana da “it” deyip, iğrenç bir mahlukmuşum gibi yüzünü buruşturup, kafasını çevirecekti. Belki de elini bile vermeyecekti.  

Çocuk kafamın içinde aklımı iki soru birden kurcalıyordu. Makarios bizim Türk olduğumuzu nasıl anlamıştı ve de niye bize böyle davranmıştı…  

Biraz daha geriye ve yana giderek Makarios’un elini öpen insanları pür dikkat izlemeye başladım. Rumlar, Başpiskoposun elini farklı bir biçimde tutup, parmakların 2. ile 3. boğumu arasını öpüyorlardı. Elini öptükten sonra başa koymak gibi bir davranışları da yoktu. Biz, Kıbrıslı Türklerin el öpme ritüeli ise biraz farklıydı. Büyüğümüzün elini sağ elimizle iyice kavrayıp, elinin üstünü, parmakların başladığı yer ile bilek arasını öpüyor, sonra da alnımıza koyuyorduk. Makarios belli ki daha elini tutuşundan Aydın’ın Kıbrıslı Türk olduğunu anlamıştı ama tepkisini ortaya koyana dek Aydın çoktan elini öpmüş ve başına koymuştu bile.    

Aklımdan, acaba mahalledeki Rum çocuklarından bir tanesi ile Makarios’un akrabalığı mı var da bize taktıkları “skilos” lakabını kendisine de söylediler diye de geçmedi değil.  

Aradan yıllar geçtikten sonra ancak çocuğundan büyüğüne, en alt seviyedeki bürokratından Başpiskoposuna, Cumhurbaşkanına kadar tüm Rumların, Kıbrıslı Türklere “skilos” yani “it” diye hitap ettiklerini düş kırıklığı içinde öğrenebildim. Biz onlar için sadece bir köpektik, adayı paylaşan ortaklar değil…  

Şimdi de birileri çıkmış, bizi ne pahasına olursa olsun ortak bir devlet çatısı altında birleştirmeye çalışıyor. Ne oldu acaba, biz Rumların aklında “skilos” olmaktan çıkarıldık ve terfi ederek “gaydaros” (eşek) sınıfına mı konduk….