Baba ‘devrimci’ olmuş Nazlı Hanım!

Muhterem, “Bir elimde anayasa, bir elimde Kur’an” döneminde, her iki tarafı birden ustaca idare eder, duruma göre “laik, cumhuriyetçi, sağcı, muhafazakâr, Nurcu, Atatürkçü ve eyyamcı” olmasını bilirdi.

Bir de “demokrat” dönemi vardır...

12 Eylül’ün “yasaklılar” listesindeyken, Murat Belge ve takımıyla görüşürdü...

Bir de röportaj vermişti “Yeni Gündem” dergisine... Ettiği ultra demokrat laflardan dolayı Murat Belge ve “takımının” hayranlığını kazanmıştı.

Bu röportajın yankısı büyük oldu.

Demirel’in geçmişten ders çıkardığı, “devlet” denilen mekanizmayı tanıdığı ve deşifre ettiği, bundan sonra “militarizmlerle” arasına mesafe koyacağı, toplum içindeki her farklılığı “bölücülükle” telif etmeyeceği söylendi.

Daha da önemlisi, Özal’a karşı “yeniden umut” olarak pompalandı.

Hakikaten de iyi bir röportajdı ve hakikaten de iyi laflar etmişti.

Hepimiz kandık.

Bir tek kişiyi kandıramadı...

Bu kişi, meselelere “sinik bir alaycılıkla” bakan ve çoğu zaman da haklı çıkan Aziz Nesin’di.

Röportajın yankısı sürerken şöyle bir açıklama yaptı Aziz Nesin: “Üç darbede demokrat oldu... Dördüncüsünde de komünist olur herhalde...”

Dördüncü darbeyi göremedi...

Daha doğrusu, dördüncü darbe kendisine karşı yapılmamıştı.

Bu darbenin “kumanda” mevkiindeydi çünkü ve “militarist çocuklarımızı” sevk ve idare ederek darbe gemisinin sağ salim limana yanaşmasını sağladı.

Bu “rol” çerçevesinde de, “devrimci” barikatlara sürüklendi.

Şirketlerine TMSF tarafından el konulunca, “ulusalcı” oldu...

Dün, Yurt gazetesinde bir beyanatını okudum...

Mehmet Haberal’ın “AK Parti’yi düşürmek için elinden gelen her puştluğu yapabilirsin Nahit’ciğim” diye direktif verdiği gazeteci Nahit Duru ve bir muhabir, Süleyman Demirel’i “yerinde” ziyaret etmişler ve son gelişmelerle ilgili “görüşlerini” almışlar.

Okuyunca üzüldüm.

Önce üzüldüm, sonra “üzüntüye yer olmadığı” sonucuna vardım.

Kaç yılın muhafazakâr sağcısı Demirel, zavallı bir çırpınış içinde, ziyaretine gelen gazetecilere, “devrimlerin faziletlerinden” söz ediyor ve “bu süreçten asla geri dönüş olmayacağını” söylüyor...

Şimdi sıkı durun...

Türkiye için en büyük tehlike neymiş, biliyor musunuz?

Karşı devrimmiş...

Neredeyse yarım asırdır “karşı devrimcilikle” suçlanan ve siyasi hayatı bu nedenle kesintiye uğratılan Süleyman Demirel, Türkiye için en büyük tehlikenin “karşı devrim” olduğunu söylüyor.

İnanılır gibi değil...

Bunu Emre Kongar ve Zülfü Livaneli gibi, tek parti dönemi uygulamalarından hoşnut isimler söylese, anlayacağız.

İlhan Selçuk söylerdi, anlardık.

Kongar da, Livaneli de, eski bir CHP alışkanlığı olarak, “çok partili parlamenter” dönemi, “karşı devrim” olarak niteliyorlar. Anlıyoruz.

Zaten “karşı devrim” lafı da, Menderes iktidarı döneminde, kendilerine solcu ve devrimci diyen düşünürler (!) tarafından “kavramsallaştırılıp” tedavüle sürülmüştü...

Maksat, 27 Mayıs darbesini meşrulaştırmak, idamlara “haklılık” kazandırmaktı.

Muhteremin “gizli CHP’li” olduğu, Demokrat Parti geleneğini çürütmek ve mecrasından saptırmak için merkez sağın liderliğine konuşlandırıldığı, burada da sürekli “oyalayıcı rol” ifa ettiği söylenirdi de, inanmazdık.

Demek ki, yıllardır içinden çıkaramadığı cevher buymuş.

Gördük ve inandık.

STAR