İmam Hatip Lisesinde okuduğum yıllarda, hocalarımız “faiz” ve “yılbaşı kutlamaları” konusu üzerinde hiç taviz vermezdi…

Faiz ve yılbaşı kutlamalarının her çeşidinin, “zinhar haram” olduğunu söylerlerdi…

Bu konularla ilgili ellerinde ne kadar kaynak varsa, o kaynaklardan alıntı yaparlardı.

Özellikle “faize” karşı o kadar hassas olurduk ki, bankaların kapısından geçmenin haram olup olmadığını bile tartışma gereği duyardık…

Üzerinde banka isminin yazılı olduğu eşantiyon kalemleri, ajandaları, takvimleri kullanamazdık… Okuldan içeri sokamazdık…

Yatılı olduğumuz için ailemizden gelecek paranın banka havalesi ile değil, mektup içine konarak gönderilmesi istenirdi…

O yıllarda pek çok arkadaşımın mektuplarının kaybolduğunu; bu yüzden harçlıksız kaldıklarını hatırlıyorum…

Henüz 11 yaşında bir çocuk iken, kendi isteğim dışında aileden kopmuş olmanın acısıyla baş etmek zordu… Bu zorluğu benimle birlikte yaşayan pek çok arkadaşım da vardı…

Alkol, içki nedir bilmezdik zaten… Ama yılbaşı gecesi tüm ailenin bir araya gelip, o geceyi, rutinin dışında hazırlanan yemeklerle, televizyon seyrederek, gülerek, eğlenerek geçirmenin neden haram olduğuna bir türlü aklım ermezdi…

Yatılı kaldığım yedi senenin tamamında yılbaşı akşamlarını okulun pansiyonunda geçirdim…

Yeni yılın ilk ders gününde, gündüzlü arkadaşlar aileleriyle birlikte geçirdikleri o geceyi anlatırlardı… Yaşadıkları eğlenceyi ve mutluluğu adeta gözümüzün içine sokarlardı…

Yatılı arkadaşlarımla ben, o gecenin belletici öğretmeninin meslekçi olmaması için dua ederdik…

En azından diğer hocalar belli saate kadar televizyon seyretmemize, etüdü erken bitirmemize müsamaha gösterirlerdi… Tabi binanın dışına çıkmadan, en ufak bir ses çıkarmadan…

Toplumdan tecrit edilmiş gibi hissederdik kendimizi…

Baskılar, cezalar çok acımasız olurdu… Meslekçi hocalardan yediğim dayağın izleri hala bedenimde…

Gönderdiğimiz mektupların adres kısmına “Bastil Hapishanesi” yazıp; çocuk aklımızla, durumu karşı tarafa böyle anlatmaya çalışırdık…

Bu yasaklar bazen bizi öyle bunaltır, öyle yorardı ki… Pek çok yatılı öğrenci buna dayanamayıp okulu terk etmek zorunda kaldı.

Ortaokul birinci sınıfta, sekiz şube ve 400’ün üzerinde bir mevcutla başladığımız okuldan sadece “68” kişi mezun olabildik!..

Bu sebeplerden olsa gerek, yılbaşı akşamını ailemle birlikte geçirmek, onlarla bir arada olmak en büyük arzularımdan biri şimdi…

İşte o lise yıllarında, ders kitaplarını okuduğumuz Hayrettin Karaman, bugün geldiği noktaya keşke o zamanlarda da gelmiş olabilseydi…

O günlerde de böyle esnek fetvalar verebilseydi…

Kendisiyle aynı kafa yapısında olanlar, o kadar katı olmasalardı…

Hala beynimi tırmalayan, “zinhar yasak”, “mutlak caiz değil”, “şüphesiz haram” sözlerini o kadar kolay sarf etmeselerdi…

Sadece benim dönemimde ziyan edilen 300’ün üzerindeki kişi bugün bizim safımızda olurdu!...

İslam; insan harcamayı değil, insan kazanmayı emreder;

- Mal biriktirmeyi değil, paylaşmayı emreder…

- Para biriktirmeyi değil, yardımlaşmayı emreder…

- Yokluk, yoksulluk, gariplik yaşanmasın ister…

- İhtiyaçtan fazlasını “haram” kılar!...

- Yetimi ve fukarayı korusun diye zekat toplama yetkisini devlete verir…

Bu nedenle; devletin, vatandaşını koruma niyetiyle yaptığı her icraatı helaldir!...

Faizin “zinhar yasak” olmasının altında, İslam’ın “emeğe” verdiği değer yatar!...

İnsan emeğine dayanmayan her kazanç “haram”dır…

Bu nedenle; sınava girmeden, emek harcamadan, torpille, kayırma ile devlet kadrolarına adam yerleştirmek, en az “faiz” kadar haramdır!...

Ayakkabının sadece görünür tarafını cilalamak yetmez… O cilayı tüm ayakkabıya sürün…

İşinize gelen tarafın değil, işinize gelmeyen tarafın da payını verin!...

Devlete, devleti yönetenlere doğru ve adil bir iş yaptırmak istiyorsanız;

- Emeğin hakkını her yerde savununuz…

İşçi, alın teri kurumadan hak ettiği ücreti alsın…

Memur olabilmek için okuyan, hayatının neredeyse üçte birini bunun için feda eden, sınav kazanan, yıllarca ter döken yüz binlerce insan adaletin güzel yüzünü görsün…

Savunduğunuz dinde, karınca’nın emeği ile, Hz. Süleyman’ın emeği arasında bir fark olmadığını herkes bilsin…

Milli piyango bileti emek vermeden kazanç sağladığı için haramdır…

Aynı bakış açısıyla; emeksiz kazanılan diğer paralar haram değil midir?

Sadece parti mensubiyeti, cemaat üyeliği, yoldaşlık ve yandaşlık sebebiyle elde edinilen kazançlar helal midir?

Söyleyin bakalım;

Allah’ın hükmünü Allah’tan başka kim değiştirebilir?

Yaptığımız iyiliğin ve kötülüğün zerresini bile tartacağını söyleyen Yaratanımız; karşılığını vermediğimiz, haksızlığa uğrattığımız emeklerin hesabını bizden sormayacak mı?

Faiz-emek ilişkisini saklamak, bu ikisini birbirinden bağımsız değerlendirmek doğru mu ey muhteremler?

Dün haramın dozunu abartıp, yeni yıl kutlama kartlarını bile suç delili sayıp, öğrenciye ceza verenlerin; bugün herkesten önce yılbaşı tebriklerine başlamaları beni şaşırtıyor!

Dün faizi anlatırken, “bankaların ajandasını bile kullanmayın” diyenlerin, bugün benim kafamdaki fikirle buluşmaları, devletin sorumluluğundan ve emekten söz etmeleri beni şaşırtıyor!

Ama üzmüyor!...

Bu duygularla, tüm okuyucularımın yeni yılını yürekten kutluyorum; herkese mutlu seneler diliyorum…