Afganistan Orta Asya’nın güneyinde yoksul bir ülkedir. Başkenti Kabil’dir. Afganistan’ın tarihi çok eskilere gitmektedir. Ülkede yerleşik düzene 9 bin yıl önce geçildi. Yani çok eski bir tarihe ve uygarlıklara ev sahipliği yapmış bir ülkedir.

Afgan halkı, 9. ve 12. yüzyılları arasında Müslüman oldu.

Bugünkü anlamıyla Afgan devleti, 1709’da Hotaki hanedanının kurucusu Mirüveys’in öncülüğünde kuruldu.

1978 yılında Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle Afganistan sosyalist oldu. Buna karşılık ABD’nin desteği ile Taliban (Talebeler) örgütü kuruldu.

Taliban 1996 yılında ülkenin yönetimine geldi ve bu iktidar 2001 yılına kadar 5 yıl sürdü.

ABD, ikiz kulelere 11 Eylül 2001 tarihinde yapılan saldırıların sorumlusu olarak Afganistan’da yerleşik El-Kaide örgütünü görmüştü. Taliban, El-Kaide’ye müdahale etmedi. Bunun üzerine ABD, Taliban’ı iktidardan uzaklaştırdı.

Taliban, 15 Ağustos 2021’de tekrar Afganistan yönetimini ele geçirdi.

ABD’de de Afganistan’da çekildi.

ABD için bu durum, Vietnam’dan sonra ikinci bir yenilgi olarak kabul edilmektedir.

Afganistan halkının yaklaşık yüzde 99’u Müslümandır.

Afganistan’da kadın erkek herkes eğitimden eşit yararlanır. İlköğretim devlet okullarında parasız ve mecburidir.

Taliban’ın gelişi ile bu durum da değişime uğrayacaktır herhalde.

Taliban, Radikal İslamcı örgüt diye anılıyor.

Taliban İslam şeriatını yayma amacıyla Molla Muhammed Ömer tarafından 1994 yılında kurulmuştur.

Çok eski bir tarihi olmasına rağmen Afganistan çağdaş bir devlet olamadı.

İSLAM MEDENİYETİ

Taliban ile birlikte ne yazık ki İslam şiddetle anılmaya başlandı. Oysa tarihe şöyle dönüp bir baktığımızda İslam, medeniyet yaratmış bir barış dinidir.

İslam dini kelimelerinin anlamı da barış yolu demektir.

Hollanda’nın Elsevier dergisinde İslam ile ilgili yazıdan kısa bir alıntı : (2)

“İslam dünyada birinci uygarlık olduğu 8. ve 15. asırlar arasında İslam Kültürü, entellektüel, liberal, hoşgörülü ve aydınlatmacıydı. Bin yıl önce Bağdat’ta Müslümanlar, cebiri buldular.

Hastane ve robot müslümanların buluşudur. Dünyanın hiç bir yerinde müslümanlar kadar kitap okuyan bir millet yoktu. Bağdat kütüphanelerin merkeziydi.

H.z. Muhammed, bilim adamlarının teröristlerden çok ama çok daha değerli olduğunu söylüyordu.

O zamanlar, Batı dünyası geri, İslam dünyası ileri ve öncü bir medeniyeti temsil ediyordu. Orta Çağ’da Hıristiyan dünyası kış uykusunda iken, Bağdat’ta müslüman bilim adamları, Yunan klasiklerini, Arapça’ya çevirip okuyorlardı.

Camilerin yanında gökyüzünü rasat eden rasathaneler vardı. Bilimin her dalında müslümanlar ileri bir konumdaydı. Çünkü Kuran’ın 6.000’den çok olan ayetlerinin 750 si insanı, tabiatı incelemeye davet ediyordu. (Yani bir Müslümanın ilimle, bilimle uğraşmasını emrediyor.)

İslam peygamberi, “Alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından daha kutsaldır” diyordu.

Peki İslam bu duruma nasıl ulaştı? Tek kelimeyle dini ilimlerin yanında akli ilimler de yani fizik, kimya, matematik, astronomi, tıp bilimleri de medreselerde talebelere öğretiliyordu.

Ama sonradan medreselerden bilim kovuldu.

Kurtuluş ve çıkış yolu talebelere dini, nakli ilimlerin yanında bilimsel akli ilimlerin de tekrar öğretilmesidir.

Bekir Cebeci

(Eğitimci Araştırmacı Yazar)

Trabzon, 25 Ağustos 2021

E-mail: [email protected]

Kaynakça:

İslam Medeniyeti, yazısı Bekir Cebeci

Elsevier dergisi, 10 Aralık 2005