Abdülhamid'in Balyoz'u

Balyoz davası sonuçlandı. 3 komutan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı, sonra cezaları 20 yıla indirildi.


Diğer cezalar 20 yıldan aşağıya doğru iniyor. Öte yandan yorumlar da peş peşe geliyor. Mesela Cengiz Çandar, Balyoz'un "Türkiye'nin Nürnberg'i" olduğunu iddia etti. Almanya'nın ve Avrupa'nın Nazi tahakkümünden temizlenmesinde olduğu gibi Türkiye'deki bir kesimin de darbecilik alışkanlıklarından arındırılması bakımından benzerlik büyük.


Yalnız bazı farklar da yok değil. Mesela Nürnberg'de 'Naziler'le gönüllü olarak işbirliği yapan 300 doktordan 7'si idam cezasına çarptırılmışken bizim 'balyozcu' doktorlarımız maşallah mahkûmlara ağıt yakmakla meşguller...


Tarihimizde ilk kez 'gerçekleşmiş bir darbe'nin yargılandığı Yıldız Mahkemesi'ni tam da bugünlerde hatırlamamız gerekiyor. Neydi Yıldız Mahkemesi?


27 Haziran ile 28 Temmuz 1881 tarihleri arasında tamamlanan Yıldız Mahkemesi'nde Sultan Abdülaziz'in katli yargılanmışsa da, aslında onun perde arkasında 1876 darbesinin yargılandığını ve mahkûm edildiğini söylememiz gerekir. Davacı, "maktul"ün, yani Abdülaziz'in "velisi" sıfatıyla Sultan II. Abdülhamid'di. Görünüşte bir cinayet davası yargılanıyordu ama aslında kanlı bir darbenin hesabı görülüyordu. (Yılmaz Öztuna'nın dediği gibi Abdülhamid keşke davayı doğrudan darbe suçlamasıyla açtırsaydı bugüne daha etkili bir miras bırakmış olurdu ama bu da önemli bir adım sayılmalıdır.)


Şeffaf yargılama


Yıldız Sarayı'ndaki Malta Köşkü ile karakolu yakınındaki dev bir çadırda halka açık olarak yapılan duruşmalar, son derece şeffaf bir şekilde herkesin gözü önünde cereyan ediyordu. Mahkemenin başkanı Süruri Efendi, ikinci başkanı ise Rum Hiristo Forides idi. Üyeler arasında Ermeni Takavor Efendi'nin bulunması, dışarıya adil bir yargılamanın yapılacağı mesajını veriyordu. Zira özellikle 1876 darbesine karıştığına dair deliller bulunan İngiltere, mahkemeyi pürdikkat izlemekteydi. Nitekim mahkemeyi başından sonuna takip eden İngiltere'nin İzmir Başkonsolosu'nun eşi Mrs. Dennis, mahkûm edilip çıkarken Midhat Paşa'ya kendi eliyle bir demet karanfil takdim edecektir.


Sonuçta 9 idam kararı çıktı. İdama mahkûm edilenler Yozgatlı Mustafa Çavuş, Boyabatlı Hacı Mehmed, Cezayirli Mustafa, Fahri Bey, Binbaşı Necib Bey, Binbaşı Namıkpaşazade Ali Bey, Midhat Paşa, Damat Mahmud Celaleddin Paşa ve Damat Nuri Paşa'ydı.


Ayrıca o sırada Manisa'da bulunan eski Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa ile Medine'de bulunan eski Şeyhülislam Hayrullah Efendi, haklarında idam hükmü verilmemekle birlikte "müebbet hapis cezası almış statüsündeydiler". Diğer sanıklar Albay İzzet ve Seyyid Bey 10'ar yıl kürek hapsine çarptırılmışlardı (Öztuna, Bir Darbenin Anatomisi, Ötüken: 1984, s. 489).


İçlerinden yalnız Midhat Paşa temyize gidecekti. Ancak üyeleri arasında Rum İkyadis ve Nikolaki Yorgiadis efendilerin de bulunduğu Temyiz Mahkemesi itirazı reddetti. Ardından Bakanlar Kurulu toplandı ve bir tutanak düzenledi. Tutanakta üzerinde durulan en önemli husus, cinayet değil, darbeydi. Abdülaziz'in tahttan indirilmesinin devlet için en büyük felaketlere sebep olduğu, "bütün felaketlerin kaynağının bu darbe olduğu" belirtiliyordu.


Laik mahkeme


Artık son kararı Sultan Abdülhamid verecekti. Belki bir kısmınız şaşıracaksınız ama yukarıda bazı gayrimüslim hukukçuların adlarını saymamdan anlamış olmalısınız: Yıldız Mahkemesi laik bir mahkemeydi, temyiz kararını laik bir mahkeme vermişti ve sanıklar laik ceza kanununa göre cezalandırılmıştı.


Ancak Abdülhamid halife sıfatıyla kararın bir de şer'î mahkeme tarafından tasdik edilmesini istedi. Şeyhülislam tasdik ettiyse de, Fetva Emini itiraz etti. "Eğer" dedi, "şer-i şerif üzerine bir hüküm isteniliyorsa şeriatın bize emrettiği şekilde yeniden yargılanmalı."


Bunun üzerine Abdülhamid mahkeme kararlarının din adamlarından oluşan "Meclis-i Ulema"da müzakere edilmesini istedi. 19 Temmuz'da Meclis'ten alınan kararda idam onaylanmıştı.


Bütün dünyanın bakışları üzerimizdeydi. Adaletin tam olarak tecelli ettiğine herkesi inandırmak ve intikam hissiyle hareket edilmediğini göstermek gerekiyordu. Bunun için Abdülhamid bir adım daha atarak eski başbakanlardan Safvet Paşa'nın başkanlık ettiği 25 kişilik bir "olağanüstü meclis" toplayıp fikirlerini sordu. Aralarında Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa ile "Mecelle" müellifi Cevdet Paşa'nın da bulunduğu 15 devlet adamı idamların aynen onaylanmasını istedi. Diğerleriyse cezaların hafifletilmesinden yana tavır koymuştu.

Yıldız Mahkemesi'nde idama mahkûm edilen Mithat Paşa'nın Vanity Fair dergisinde yayımlanan bir tasviri.


Madalyaları geri alınmıştı


Ne var ki Abdülhamid, kararlar önüne geldiğinde hep yaptığı ve yapacağı gibi idam cezalarını küreğe çevirmekle yetindi ve mahkûmlar cezalarını çekmek üzere Taif'e gönderildi. Abdülhamid için önemli olan, darbecilerin yargılanabildiğinin görülmesi ve ibret alınmasıydı.


İlginç bir nokta daha vardı: Mahkûm olanlar askerî veya sivil rütbelerini kaybediyorlardı. Nişanlarını ve madalyalarını devlete iade edeceklerdi. Daha da ilginci, Abdülhamid, kız kardeşleriyle evli olan iki Paşa'yı boşatıyor, yani nikâhlarını feshediyordu. Bundan sonra yalnız Paşa'yı değil, "Damat" unvanını da kullanmaları yasaklanıyor, Nuri Bey ve Mahmud Bey haline geliyorlardı.


1876 darbesine karışanlar hukuken tasfiye edilmiş, bir cuntanın elinde tahta çıkan Abdülhamid, artık devletin dümenine geçmişti. Artık Osmanlı gemisi, 1908'de karşılaşacağı yeni bir darbeye kadar tarihinin en sivil dönemine girecek ve darbecilerin kurmak istedikleri askerî vesayet rejimi, Meşrutiyet'ten sonraya ertelenecektir.


Aydemir'in idam fotoğrafı neden yok?


Yıldız Mahkemesi 63 kişilik bir cuntanın marifeti olan modern tarihimizdeki darbenin yargılanıp cezalandırıldığı ilk sivil mahkeme olarak kayıtlara geçecekti. Darbecilerin yargılandığı ilk askerî mahkemenin Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan'ın başını çektikleri darbelerin yargılandığı mahkeme olduğunu söyleyelim. Yıl 1964. Mahkeme 7 idam cezası vermiş, Askeri Yargıtay 3'ünü, TBMM de 2'sini bozmuş, geriye Aydemir ve Gürcan kalmıştı. Gürcan 27 Haziran 1964'te idam edildi, Aydemir ise 8 gün sonra.


Yalnız bir nokta sizin de dikkatinizi çekmedi mi? Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun idam fotoğrafları boy boy gazetelerde yayınlanırken Gürcan ve Aydemir'inkiler hiç görülmedi! Anlamlı değil mi? Sivil idam olunca çarşaf gibi yayınla, asker idam olunca sakla! Galiba derin devlet kendi adamını assa bile cenazesini korumaya alıyor!

(Zaman gazetesinden alınmıştır)