Avrupa Birliği’nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni, SAFE programı (Security Action for Europe) kapsamında silahlandırmaya başlaması, Kıbrıs meselesindeki taraflı yaklaşımını yeni ve son derece tehlikeli bir boyuta taşımaktadır. Bu adım, salt bir savunma iş birliği değil; adadaki kırılgan güç dengelerini doğrudan etkileyen, bölgesel güvenlik mimarisini sarsan stratejik bir tercihtir.
Tarihsel ve Stratejik Arka Plan
AB, 2004 yılında Annan Planı’nı reddeden Rum tarafını, Kıbrıs Türk halkının tüm yapıcı tutumuna rağmen, çözüm gerçekleşmeden ve 1960 ortaklık devleti yeniden tesis edilmeden üye kabul ederek Kıbrıs sorununda geri dönülmesi zor bir hata yapmıştır. Bu karar, AB’nin tarafsız bir çözüm aktörü olma iddiasını fiilen sona erdirmiş; bugün gelinen noktada ise, bu taraflılık; askerî boyuta taşınarak Rum yönetiminin savunma kapasitesinin doğrudan finanse edilmesiyle daha da derinleşmiştir.
SAFE programı kapsamında Rum yönetiminin yaklaşık 1,18 milyar avroluk askerî finansmana erişmesi, teknik bir kredi düzenlemesi değil; adadaki stratejik dengeye açık bir müdahaledir. Bu rakam, KKTC’nin yıllık toplam devlet bütçesinin yaklaşık üçte birine karşılık gelmekte ve AB’nin Kıbrıs’taki güç ilişkilerini hangi yönde şekillendirdiğini net biçimde ortaya koymaktadır.
Rum Yönetiminde Hâkim Olan Siyasal İklim
Rum yönetiminde hâkim olan siyasal ve ideolojik iklim, bu silahlanmanın “savunma amaçlı” olduğu iddiasını baştan geçersiz kılmaktadır. EOKA gibi Kıbrıs Türk halkının kolektif hafızasında derin yaralar açmış bir örgütün hâlâ resmî törenlerle yüceltilmesi, liderlerinin rehber olarak sunulması ve adanın tamamına yönelik maksimalist hedeflerin açıkça dile getirilmesi, askerî kapasite artışının; barışa değil baskıya hizmet ettiğini göstermektedir.
AB Destekli Silahlanma, Dış Askerî Yığınak ve Yanlış Hesap Riski
Kıbrıs’taki askerî denge, yalnızca Rum tarafının imkânlarıyla değil; kıbrıs Türk Güvenlik kuvvetleri ve adada bulunan güçlü, caydırıcı ve fiilî Türk askerî varlığıyla şekillenmektedir. Türkiye, bu dengenin tek taraflı biçimde bozulmasına müsaade etmemeye kararlıdır ve bu kararlılık, adadaki istikrarın temel dayanağıdır.
Buna rağmen, Rum yönetimi, bir yandan AB finansmanıyla hızla silahlanmakta, diğer yandan Güney Kıbrıs’ta ABD’ye, Fransa’ya ve şimdi de İsrail’e askerî üsler ve geniş operasyonel kolaylıklar sağlamaktadır. Böylece ada, fiilen bölge dışı güçlerin askerî yığınağına açılmakta ve uluslararası güç rekabetinin ileri karakoluna dönüştürülmektedir.
Rum Güvenlik Söyleminde Çelişkiler ve Garanti Sisteminin Aşındırılması
Ortaya çıkan tablo son derece çarpıcıdır: Rum yönetimi federal çözüm modellerini reddetmektedir ve hızla silahlanmaktadır. Ayrıca Rum yönetimi Güney Kıbrıs’ta ABD’ye, Fransa’ya ve İsrail’e askerî üsler vermektedir.
Bu adımların tamamı, 1960 Garanti Anlaşması’na açıkça aykırıdır. Garanti Sistemi’ne göre adada askerî güç bulundurma yetkisi yalnızca garantör devletlere tanınmıştır. Buna rağmen bugün garantör olmayan devletlerin fiilî askerî varlığı artarken, Rum yönetimi AB’den sağlanan büyük çaplı finansmanla kendi askerî kapasitesini daha da genişletmektedir.
Tüm bunlara karşın, aynı Rum yönetimi adadaki Türk askerî varlığını “kabul edilemez” ilan etmekte ve geri çekilmesini talep etmektedir. Yabancı üslerin, dış askerî yığınağın ve AB destekli silahlanmanın “normal”; Kıbrıs Türk halkının güvenliğinin tek somut güvencesi olan Türk askerî varlığının ise “tehdit” olarak sunulması, Rum güvenlik söylemindeki derin çelişkiyi ve seçiciliği bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Bu noktada Avrupa Birliği’nin SAFE programı kapsamında Rum yönetimine sağladığı askerî finansman, yalnızca taraflı değil; gerçekten hayret verici ve son derece tehlikelidir. AB, bu adımıyla barışı teşvik eden bir aktör değil;1960 Garanti Sistemi’ni fiilen aşındıran ve Kıbrıs’taki hassas dengeyi istikrarsızlaştıran bir unsur hâline gelmektedir.
Bölgesel Güç Dengesi ve İsrail Faktörü
Bu tabloyu daha da riskli kılan unsur, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin artan askerî ve stratejik kapasitesinden rahatsız olan bazı aktörlerin, Güney Kıbrıs’ı Türkiye’ye karşı bir dengeleme alanı olarak konumlandırmaya başlamasıdır. Bu çerçevede İsrail’de hükümete yakın bazı çevrelerce ve yazarlarca KKTC’ye yönelik askerî senaryoların tartışılabilmiş olması, resmî politika olmasa bile, Rum tarafının risk alma iştahını artıran son derece olumsuz bir güvenlik iklimi yaratmaktadır.
Türkiye’nin Garantörlüğü: Dengenin Son Sigortası
1960 Garanti Sistemi ve Türkiye’nin etkin garantörlüğü, bugün de Kıbrıs’taki istikrarın ve barışın temel dayanağıdır. Türk askerî varlığı, barışın önündeki bir engel değil; tek taraflı silahlanma, dış destekli baskı ve yanlış hesaplara karşı adadaki dengenin asli sigortasıdır.
Sonuç
SAFE programı çerçevesinde Rum yönetiminin silahlandırılması, yabancı askerî üslerle birlikte değerlendirildiğinde, AB Kıbrıs’ta barışı değil; gerilimi, yanlış hesapları ve çok aktörlü kriz riskini finanse etmektedir. Avrupa Birliği bu politikada ısrar ettikçe, Kıbrıs meselesinde tarafsız bir çözüm aktörü olma iddiasını değil; çözüm masasındaki meşruiyetini kaybetmeye devam edecektir. Bugün gelinen noktada Türkiyenin KKTC deki varlığı tarihsel bir refleks değil; güncel, meşru ve vazgeçilmez bir güvenlik gerçeğidir.