UNESCO’nun araştırmasına göre İngiltere ve Fransa’da okuma alışkanlığı yüzde 21.

 Türkiye bu araştırmada okuma alışkanlığında dünya sıralamasında 86. sırada yer alırken, okuma oranı yüzde değil 10 binde 1!

Televizyon izleme oranı ise yüzde 95...

Son 5 yılda Anadolu’da kapanan 10 binden fazla kitapçı var.

Bundan tam 8 yıl önce, başka bir gazetede yazdığım yazıyı bir kere daha yayınlama kararı aldım, çünkü 2013 yılında da değişmediysek, yazacaklarım da aynı olacaktır.

CHURCHILL’İN EVİNDE BİR KAÇ SAAT…

“Ne kadar çok okursanız o kadar çok öğrenir ve güç kazanır, yaşamınızın denetimini kendi ellerinize alırsınız.” (Townsend)

Winston Churchill, Dünya ve özellikle İngiltere tarihinde çok önemli bir yeri olan İngiliz devlet adamıdır. Oldukça popüler olan Churchill, 1916 Gelibolu savaşında ordusunu yenilgiye sürükleyince,  İngiliz halkını büyük hayal kırıklığına uğratarak bu başarısızlığı ile tarihe geçiyor. Hayatının büyük bir bölümünü kitap yazarak ve resim yaparak da geçiren Churchill, resimlerinin durduğu stüdyosunda kendi yaptığı bazı resimlerine yeterince güvenmediği için,  başka isimle imzalar attığı yazılı.

İşte ben de bu yağmurlu hafta sonunda,  I. dünya savaşında amiral, II. dünya savaşında İngiltere başbakanı olan Winston Churchill'in hayatının en uzun bölümünü geçirdiği evdeyim.

İngiltere’nin Kent bölgesinde bulunan bu görkemli ev, oldukça büyük bir bahçenin üzerine inşa edilmiş. Söylenene göre de bu evi alırken evin parasını ödeyebileceği konusunda emin değilmiş. Ama sonraları yarattığı eserlerden ve söylevlerden, bu durum düzelmiş olmalı ki, 91 yaşına kadar bu evde yaşayabilmiş. Churchill’in evinde gezerken ilgimi en çok çeken yer çalışma odası. Zamanım yettiğince kitapların isimlerini okumaya çalışıyorum. Kitaplar, genelde diğer ülkelerin başkanları ve savaşları hakkında. İçimde hissettiğim kıskançlık duygusunun, ne evin görkemiyle ilgisi var ne de bahçenin güzelliğiyle...

Beni bu duyguya sürükleyen şey, bu çalışma odasının boydan boya kitapla dolu oluşu. Biliyorum ki bu kitapların hepsi okunmuş. 1874 yılında doğmuş bir insanın, 91 yıllık ömür süresince geçmiş tarihin neredeyse tamamını okumuş olduğunu düşünüyorum.

Bizlere gelince, tarihi de edebiyatı da hep yanlış zamanlarda öğrendik. Aklımıza, sokakta koşturmak düşüncesiyle oturduğumuz ders sıralarında, şu anda bile niye öğrendiğimizi bir türlü anlamadığım bilgiler yüklediler. Keşke o zamanlar, bizlere biraz hayatı filan öğretselerdi de zamanı geldiğinde biz seçebilseydik neyi öğrenmek istediğimizi. Ya da daha anlaşılır bir dili olsaydı okul kitaplarının. Hiç hatırlanamayacak küçük ayrıntılar yerine, daha akılda kalıcı bilgiler verilseydi.

Bir çok kişi şimdi Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabındakileri ilk defa duyar gibi okuyor, duygulanıyor. Aslında anlatılan savaşları bizler ilkokul ve ortaokul sıralarında okumuştuk. Ama kimse hatırlamıyor. Bu kitapla birlikte, insanlar tarihi öğrenmeyi ve zevk almayı öğrendi. Yazılanlar okul kitaplarındakilerle aynıydı ama anlatım dilinin yalınlığı ve zamanlama farkı bu kitapla ortaya çıktı.

Öğrencilerin bütün geleceğini girilen bir sınav belirledi. Ezberlediği matematik, fizik sorularının cevaplarıyla kan görünce bayılan çocuk, doktor oldu. Hayvanlardan nefret edenler de veteriner...

Yıllar hızla ilerliyor, okunması gerekenler gittikçe artıyor. Tarih artık Churchill’in kitaplığına sığmıyor. Erken davranmalı ve bir şekilde çocuklara okumayı sevdirmeli. O kadar çok şey var ki yetişmeleri gereken...

Yoksa onlar da benim gibi Churchill’in kitaplığında hesap yapacak, kaç yıla kaç kitap sığar diye...