Zaman, en acımasızlığıyla akarken ömür nehrinden, insan aldanıyor.  Sevgiler, dostluklar ve tüm yapılası iyilikler israf ediliyor.  Oysa ki, bir daha bu fırsatlar geçmeyecek elimize ve pişmanlıklarımızın yerini, yitirdiğimiz eksikliklerle doldurmamız imkansızlaşacak.  Keşkeler fayda etmeyecek ve değerlendiremediğimiz zamanların ezikliğini, içimizde her zaman hissedeceğiz.  

 

Her zaman düşünmüşümdür. Zaman’ın yönünü çocukluğumuza çeviririz ya bazen ve hep dün gece gördüğümüz herhangi bir rüyadan farksız kalır.  Bir rüya nasılsa, geçmişimiz de o şekilde yansır hafızalarımıza.  Çünkü bu hayat’da bir rüyadır aslında.  Ne dün, ne de yarın vardır hakikat avuçlarımızda ve sadece yaşadığımız an’dır dolu dolu farkındalığın da olmamız gereken.  Oysa, değermiydi hayat geç kalmışlıklarımıza, pişmanlıklarımıza ve ah çekmelerimize?..  Yitirilmiş sevdalar, geç kalınmış dostluklar, kıymetini bilemediğimiz yuvalar...

 

Mesela düşünelim, iş  hayatının yoğunluğundan eşi ve çocuklarıyla ilgilenemeden, onlarla kaliteli bir zaman geçiremeden ömrünü geçiren aile büyüklerini... Sahi, neyin peşindedir bu insan? Bir sonraki nefesinin garanti belgesini henüz asamamışken ömür duvarına, nedir onu mutluluğa zaman ayırmaktan alıkoyan?  Para elbette yaşamı idame ettirmek için elzemdir, fakat amaca kesinlikle dönüştürülmemesi gereken bir araç olarak kalmalıdır, yoksa köleleştirir ve zedeler tüm geç kalınmaması gereken değerlerimizi.

 

Evlatlarımızın, çocukluk yıllarını geri getirmek asla yeniden mümkün olmayacakken, neden onları sevgi ve ilgimizden mahrum ederek büyütelim ki?  Neden hafızalarında hep ilgisiz, çalışan baba ve anneler kalsın?  Zaten bu ilgisizlik ve gösteremediğimiz sevginin acısını bizden, biraz büyüdüklerinde çıkarmayacaklar mı?  Elbette çıkaracaklar ve o zaman baş edemiyorumlarla daha fazla zaman ayırmak zorunda kalacağız ama, yaş iken bükemediğimiz ağacı, kuruduğu zaman, kırma korkusuyla çaresizliğimize baş eğeceğiz.

 

Sevdaları düşünelim, gerçekten seven insanları ve umut yollarını tıkayanları.  Bir sevenin sevgiyle attığı adımları, diğer sevenin anlamsızca kaçışları ile karşılayışını.  Zaman gelir yollar ayrılır yaşayamadan ortak bir aşkı, ayrılık vurur severken karşılıklı ve cesaret edilemeyen her kavuşmanın pişmanlığı, yakar kavurur yürekleri.  Unutamaz yıllar geçse de, hatta bazıları hiç sevemez başka birini ve pişmanlıkla geçirdiği koca bir ömür olur yoldaşı.  Keşkeler’le, hayaller gerçek olmaz artık ve elde sadece geç kalınmış sevgilerin acı posaları kalır.

 

Dostluklar ise bambaşkadır.  İnsan, ömrü boyunca bir çok dost macerası yaşar ve birçoğunda da hüsrana uğrar.  Çünkü nadidedir hakiki dostluklar ve sarıp sarmalar en kimsesizliğinizde bile.  Her türlü fedakarlığı, siz dostu için gösterir.  Oysa aldanılan dostluklar, yüzünün eğildiğini, ayağının tökezlediğini görmeye dursunlar.  Uzun süren bir moral bozukluğunuz bile yeter size sırt dönmeleri için.  Sorunsuzsanız iyisiniz, yanınızdadırlar ama sorunlarınız varsa, ucu onlara dokunmasa dahi uzaklaşırlar sizden. 

 

Değer mi sahi hayat mutsuz olmaya?   Değer mi bir daha geri getiremeyeceğimiz an’ları israf etmeye?  Hiç birşey için geç kalınmış değildir, yeterki açalım gözlerimizi.  Sevgilerimize ve dostluklarımıza yeniden aralayalım gönül kapılarımızı ve kıymetini bilelim avuçlarımızdaki değerlerin.  Kaybetmeden, onları yüreklerimizin en derinliklerinde ağırlayalım.  Pişmanlık hastalığı gelip çatmadan yarınlarımıza, yaşadığımız an’da sahip çıkalım umutlarımıza.  Şu kısacık hayat fırsatımız elimizden gitmeden, mutlu olalım ve mutlu edelim doyasıya.