Geçenlerde yenilediğim Türk pasaportumu teslim almak için İngiltere Türk Konsolosluğuna gitmiş ve yine “Ah biz Türkler” demekten kendimi yine alıkoyamamıştım.  Normalde online randevu sistemine geçen konsolosluk, pasaport teslimi için randevu alınmasına gerek olmadığını, sadece hafta içi saat 14:30-15:30 arası gelinmesi gerektiğini müraacat zamanı herkese bildirmişti.

Herneyse, gün geldi teslimat için konsolosluğa gittim.  Gittiğimde kapının önünde bekleyen ortalama 10-15 kişi vardı.  Geneli, mağaza vitrinlerinin önünde televizyon seyreden bir kalabalık edasıyla kapıyı seyrediyorlardı.  Ben de onları izlemeye başladım, bakalım ne kadar seyredecekler diye. Aslında meraklanmadımda değil benim göremediğim birşey mi görüyorlar diye.  İnanmazsınız yaklaşık 20 dakika, daha doğrusu içeriye alınana kadar birçoğu kapıyı izlemeye ve kapıda asılı bulunan bir cümlelik notu okumaya devam ettiler.  “Yurdum insanı” işte.

20 dakika sonra içeriye alındık.  Tabi dışarıda sıra halinde beklenmediği için herkes curcuna halinde içeriye daldı.  Muhakkak içeride sırada beklemesini bilecekler diye düşündüm.  Nihayetinde sıraya girildi.  Sıraya girer girmez,  sırada bulunan yurdum insanından konsolosluk hakkında şikayet, eleştiri ve dedikodular başladı.  Sırada bekleyenler ile sadece tek bir gişe görevlisi ilgileniyordu ve işinin hakkını da veriyordu. 

Ama gelin görün ki bizim sabırsız milletimiz bir türlü susmuyordu.  Yok “eskiden kapının önünde isimler bağırılıyor ve benim diyen herkes pasaportunu hemen alıyordu, şimdi bu ne ya bizi bu kadar bekletiyorlar”, “böyle iş mi yapılır” vs.  Genç bir kadın sırada beklemeyip oturduğu halde, beklemekten yakındı, “böyle iş mi olur? Bize 2:30 diyorlar, yarım saattir bekliyoruz.”  Dedim, hanımefendi, 15 kişinin olduğu yerde herkese aynı anda pasaportlarını teslim etmeleri imkansız, elbette sırasıyla verecekler.” Kadın sadece “Ee o zaman bekleyeceksin, bak bekliyorsun işte” Elbette bekleyeceğiz, beklemeyi öğrenmeliyiz ve işini yapanlara saygılı olmalıyız.

Arkadan yeni gelen genç bir kadının sesleri duyuldu.  Konsolosluk görevlilerine “Bakar mısınız, ben hamileyim lütfen bana sıra konusunda kolaylık sağlar mısınız...”  İyi, tamam hamile olabilir (belli olmasa da)  fakat orada ayakta zor duran yaşlı insanlar, çocuklarını okuldan almak için geç kalanlar ve saatlerdir kapı önünde bekleyenler var iken, siz nasıl olurda onların hakkını gasp edebilirsiniz ki.  Tabi sıradakilerden aldığı tepkili cevap “Sıranızı oturarak bekleyebilir siniz hanımefendi” oldu. 

Daha sonra yaşlı bir adam girdi içeri, daha girer girmez şöyle bir bakındıktan sonra görevliye, “Yukarıda çay içen, boş gezen bir çalışan var ise, söyleseniz de gelse bir gişe daha açılsa, işlemler hızlı bitse.”  Görevli yine sabırla “Beyefendi, yukarıda ki herkesin yapmakta olduğu bir işi var”  Yurdum insanı tatmin olmadı tabi, “Ne yani, şimdi yukarı da çay içen hiç kimse yok mu?” Görevli sabırla cevap verdi ama yurdum insanına verilen cevaplar, bizim kurumlarımızdan gelince bir türlü anlanmak istenmiyor nedense.

Arkamız da bulunan yaşlı bir amca, başladı devletin polisinden askerine, politikasından dinine, kolonlanmaktan gelecek planlarına, tam 45 dakika anlattı da durdu.  Bizde eli mahkum dinledik yurdum insanımızı. 

Düşündümde, bir ingiliz bankasında vs. kuyruk beklediğimiz zaman, bizim yurdum insanı, birden medeni insan oluyor, saygıyla ve sabırla sırasında bekliyor. Fakat, söz konusu bizim kurumlarımız olunca, iş değişiyor ve saygıdan eser kalmıyor.

Bu, trafikte de böyle.  Bazen öyle sürücülerle karşılarıyoruz ki, “Bu olsa olsa kesin bizim yurdun insanıdır” deriz birçoğumuz.  Neden heryerde bu halimizle kendimizden söz ettiririz, gerçekten anlam veremiyorum.  Amacım tabiki toplumumuzu yermek değil ama orada bulunduğum zaman zarfında kendimi tebessüm etmekten alıkoyamadım ve sizlerle de paylaşmak istedim.

Sıra bana gelmişti tabi, karşımda gayet güleryüzlü, nazik ve işinin hakkını vermek için gayretle çabalayan bir kadın görevli vardı. 

Sabır dediğimiz bu olsa gerek.