Eşit vatandaşlık haklarını başta sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik olmak üzere bir tüketici ihtiyacına dönüştüren yasalar birbiri ardına gelirken parası olanların ve olmayanların gideceği adresler ortaya çıkıyordu...

Temel insan hakları kapsamındaki eğitim ve sağlık hakları 'reformist liberal ruhlu' yasalarla özelleştirilirken 'ekonomik olanın' anayasadaki eşitlik ilkesinin önüne geçmesinde hiçbir şekilde hukuka aykırılık görülmüyordu...

Çocuklarımızın okulları, hastaneler, yaşam alanları ödeyeceğimiz ekonomik bedele göre ayrıştırılırken çatlayan vatandaşlık tanımından parası olan müşteriler ve yoksullar çıkıyordu...

Nitekim 4+4+4 eğitim sistemi yoksulların çocuklarını 9-10 yaşında net biçimde çalışma hayatına ya da dini eğitime yönlendirirken orta ve üst gelirli ailelerin çocukları devlet tarafından öğrenci başına 1000 TL teşvik verilen özel okullara şimdiden kaydolmuştu...                          
Eğitim tüketicisi olamayacak ailelerin çocukları erken yaşta sigorta primlerini devletin karşıladığı, istihdam bürolarının kiraladığı, kıdem tazminatı olmayan, tehlikeli iş kollarında genç işçiler olarak daha gençleri gelene kadar çalışacak sonra iş kazaları ve meslek hastalığına yakalanmazsa dev işsiz ordusuna katılacaktı...

Zenginlerin çocukları ise ilkokuldan üniversite mezuniyetine kadar anahtar teslim en az 1.6 milyon TL'lik bir tutarla özel eğitimin bağımlı müşterisi olacak sonra onlar da üniversiteli işsizler ordusunda mesai yapacaklardı...

Eğitim alanındaki bu ekonomik/sosyal/mekansal kopuşun derinliğini bugünden tahmin etmek zor olmasa gerekti...
Diğer taraftan yoksullara sağlık hizmetlerinde getirilen kısıtlamalar da yine anayasadaki eşit vatandaşlık kavramını alaşağı ederken...
Yurdun dört bir yanında inşa edilen 5 yıldızlı binlerce yataklı sağlık otelleri başta olmak üzere özel sağlık kurumlarının karlılık ilkesi gereği kapısının parasız vatandaşlara kapatıldığını öğreniyorduk...

Yoksul olup aylık geliri asgari ücretin üçte birinden az olan vatandaşlar, 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz vatandaşlar bulundukları yerde resmi sağlık kurumlarında tedavileri sağlanamadığı takdirde özel hastanelere doğrudan müracaat edemeyeceklerdi...

Zorunlu GSS primi devlet tarafından ödenen bu ezilenlerin en alt kesimi 'acil yoğun bakım tedavisi, yanık, ağır travma, uzuv, organ nakli gibi ölümcül durumlarda' ya da radyoterapi gibi ertelenemez ve ikamesi olmayan hayati tedavileri için özel sağlık kurumlarına adım atamayacaklardı...
Anlaşılan en yoksulların bu yoğun ve pahalı tedavi giderleri özel sağlık sektörüne 'ekonomik yük' olarak bindirilmeyecekti...

Tüm vatandaşlara tüm sağlık kurumlarında 'eşit ve ulaşılabilir' Sağlık Sigortası diye sunulan zorunlu GSS uygulamasının vardığı tarih itibarıyla yoksullar özel hastanelere ancak SGK'ın belirleyeceği 'usul ve esaslara' göre yönledirilecekti...
Ve tabii ki bunun için de yeni bir tebliğin yayımlanmasını 'beklemek' gerekmekteydi...

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) 'Zengine yeşil, yoksula kırmızı ışık devri' başlıklı basın açıklamasında bu uygulamanın zaten vatandaşların sağlık hizmetine ulaşımda varolan sosyal ve ekonomik temeldeki ayrımcılığın bir üst aşamasına geçildiğine dikkat çekiyordu...     
Oğlunun cenazesinde gözyaşı döken şehit asker babasının patlamış ayakkabılarının fotoğrafı da zenginlerin çocuklarının bedel ödeyerek gitmediği 30 bin TL'lik askerlik hizmeti  tutarını hatırlayıp...

O babanın asgari ücretli 30 küsur yıl çalışmasıyla kazanacağı kıdem tazminatına denk geldiğini hesaplıyorduk...
Tabii eğer kıdem tazminatı kuşa çevrilip devlet eliyle nemalandırılacak bir fon havuzuna atılmazsa...

Hepimizin eline nerede ne kadar eğitilip ne olacağımız ve nasıl yaşayıp ya da öleceğimizin bilgisi verilmişti ve artık ortalık biraz ferahlasındı...

(Akşam gazetesinden alınmıştır)