Yeni yıllar geliyor ama bunun faydası sadece esnafa yarayacaktır.  Yaşı 50’nin üzerinde olanlar bilirler. Yaşı 60’ın üstünde olanlar daha iyi bilirler. 70’i geçenler çok daha iyi bilirler. 80 ‘i aşıp 90’a doğru yol alanlar ise bildiklerinden o kadar çok bilirler ki, bildikleri artık onları ya korkutuyordur veya güldürüyordur. Yani geçen günler, geçen yıllar daha iyiydi. Gelen yıllar giden yılları hep arattı. Medeniyet, teknoloji, elektronik, haberleşme, uydu, televizyon, cep telefonu, İnternet, hızlı uçaklar, sağlam gemiler, nükleer enerji, biyokimyasal ve nükleer silahlar, elektromanyetik sistemler;  insanlara mutluluk, sağlık, barış, sevgi getirmeliydi ama getirmedi. İnsanlar rahat yaşamaya alıştılar. Çalışmadan para, güç, mevki, saltanat, ün, rütbe kazanmaya alıştılar. İnsanlar yüzlerine güldükleri insanları sırtlarından bıçaklamayı öğrendi. İnsanlar kendilerine ekmek veren elleri kuduz köpekler gibi ısırıp koparmayı öğrendi. İnsanlar doğal ve temiz kalamadı. Hepimiz insanız. Hepimiz kirlendik. Bedenlerimiz, vücutlarımız tertemiz görünüyor. Banyo yapma imkanları, saç ve tırnak bakım imkanları daha müthiş, kılık kıyafet imkanları yüz yıl önceki insanların rüyalarında bile göremeyeceği kadar çok ama temiz değiliz. Sadece bedenlerimiz temiz. Ruhlarımız kirlendi, kalplerimiz pas tuttu. Çorapların defalarca yamandığı, delik ayakkabıların tamircilere götürülüp yama yapıldığı, donların evlerde dikilip belimizde durması için annelerimiz tarafından çatallı iğneler ile don lastiği geçirildiği dönemleri bilirim. Büyük tencerede su kaynatılıp o suların soğuk sular ile ılıştırılıp banyo tasları ve sade sabunlar ile banyo yapıldığını bilirim. Çamaşırların karlı, yağmurlu, soğuk havalarda, çamaşır leğenlerinin içinde , sokak çeşmesinden taşınan sular ile yıkandığını ve bahçedeki çamaşır iplerine asıldığı zamanları gördüm. Tüm bunlar yarım asır içinde oldu. Yarım asır önce sadece radyolar vardı ve radyolar boyacı sandıkları kadar, portakal kasaları kadar, ekmek sepetleri  kadar , süt güğümleri kadar büyüktü. Sonra pikaplar, teypler derken aldı başını gitti teknoloji. Telefon sadece mahalle bakkallarında olurdu ve Almanya’da Almancı işçi yakını olanlara o bakkala bayramlarda veya düğün, doğum, cenaze gibi önemli günlerde telefonlar gelirdi. Telefonu gelen kimse ev kıyafet ile, çizgili pijama ile  bakkala koşardı. Ama o günler temizdik hepimiz. Bir çocuk kaybolduğu zaman hiç kimsenin aklına organ mafyası, sapık, psikopat gelmezdi, çünkü öyle şeyler yoktu. Sadece çocuğun yüzmek için girip de derede, nehirde boğulduğundan korkulurdu. Kapılar tahta kapıydı. Kilit, şifre yok sayılırdı. Ya arkadan sürgülüydü veya önden kalın bir iple çekilerek açılırdı. Geceleri o ipler ve sürgüler bazen çekilirdi, bazen gündüz nasıl kapı açılmaya hazır duruyorsa öyle unutulurdu uyku süresince. Hırsızlığın bir şanı elbette olamaz ama eski hırsızları düşününce ve şimdiki hırsızlara televizyonlardan  bakınca hırsızların bile bir şanı varmış diyesim  geliyor. Paralel devlet, entrika, kumpas, psikolojik savaş, ılımlı İslam, Büyük Orta Doğu Projesi, Arap Baharı, Yeni Osmanlıcılık, liberal, Beyaz Türk gibi ne olduğu ve kime hizmet ettiği belirsiz kavramlar yoktu eskiden. Eskiden boğazımıza kadar çamurlara batardık, dut veya erik ağacından düşmeyenimiz yoktur. Tabletlerle, çizgi filmlerle, bilgisayar oyunları ile büyümedik. Kibrit kutuları ve boş sigara paketleri, boş iplik makaraları  en büyük oyuncaklarımızdı. Karlı, buzlu bayırlardan ellerimiz sızlayana kadar tahtadan ve altları çelik kızaklarla kayardık. Üzerinde koyun postu olan kızakların sahibi çocuklara saygı duyardık. Bütün bu güzelliklerin;  Marshall yardımları ile veya ABD’nin isteği ile NATO’ya gireceğiz diye Kore’ye asker gönderip, yüzlerce şehit ve yaralı gaziyle bittiğini iddia edenler olur. Bazıları bu güzelliklerin 27 Mayıs 1960 ihtilali ile bittiğini söyler. Bazıları 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile sona erdi der. Bir çok insan 12 Eylül ihtilalinden önce yaşanan sokaklardaki sağ, sol kavgalarını ve cinayetlerini ileri sürer. Çok kimse 12 Eylül ihtilali ile çürüdük der. Belki hepsi etkili oldu, belki de hiç birisi. Bence Turgut Özal dönemi ile başlayan global ekonomi uygulamaları ile bu çürüme başladı. O zamanlar alışverişte fiş, fatura toplamak ve toplanan bu fişlerden vergi iadesi almak alışkanlıkları ile beraber; sahte fatura, sahte fiş veya alışverişi yapılmayan naylon fatura, naylon fiş toplamaya tenezzül etmekle başladı bütün bu sahtekarlıklar. Yılda iki yüz lira ek gelir de sağlasa, vatandaşa terlemeden, çalışmadan, havadan gelen bu beleş bu iki yüz lira çok tatlı geldi. Beleşe alıştık! Turgut Özal ‘’ Benim memurum işini bilir!’’ diyordu. Sonra bu ülkede herkes işini bilmeye başladı. Kumpas, entrika, tuzak, hile, paralel devlet  dönemleri başladı. Donanmanın kozmik odalarına kadar girildi. Amirallerin 14 yaşındaki kızları Ordu evleri odasında soyunup giyinirken kasetlere çekildi ve amiral babalarına istifa etmeleri için şantaj yapıldı. Bilgisayarlardan sahte deliller üretildi ve Türk subayları kendi gemilerini batırmak, kendi uçaklarını düşürmek ve stadyumlara, okul bahçelerine toplayıp kendi vatandaşlarını kurşuna dizmek planları ile suçlandı. Generaller, albaylar enselerinden tutulup, plastik kelepçelerle kelepçelenip sabah namazlarından önce polis arabalarına bindirildi ve yanlarındaki getirdikleri bombalar, suikast planları, kurşunlar bir yerlere sokulup sonra da oradan alınıp ‘’ Aaa bakın burada ne varmış!’’ diyerek  ve sırıtarak deliller toplandı. Bu delillerle gazeteciler, rektörler, profesörler, generaller, albaylar, yarbaylar yıllarca hapishanelerde çürütüldü. Kimisi intihar etti, kimisi kalp krizinden öldü, kimisi meçhul bir şekilde öldü. Sonra ‘’ Aaa tüm bunlar kumpasmış!’’ dendi ve ‘’ Haydi bu adamları şimdi serbest bırakalım sonra tekrar yargılarız’’ denildi. Polis, asker, savcı, hakim yüz binlerce devlet görevlisinin yerleri satranç taşı  değil, tavla pulları gibi ikide bir değiştirildi. Mahpus damlarına atılmalar, intiharlar, meçhul cinayetler hiç bitmedi.’’ Benim memurum işini bilir’’ sözleri hep aklımda kaldı.

Bu yüzden savaşın, düşmanlığın bile raconu, kanunu, vicdanı ,mertliği, yiğitliği olduğuna inanırım. Ok, yay, kılıç, mızrak dönemlerinin atlı savaşçılarına saygı duyarım.

Kim ne derse desin; Entrika, kumpas, paralel, şantaj, baskı tehdit deyince banim aklıma Amerika Birleşik Devletlerinin, Rusya’nın, Çin’in, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın, Hollanda’nın, İspanya’nın, İtalya’nın politikacıları aklıma geliyor. Kısacası dünyanın tüm hükümetleri, tüm politikacıları aklıma geliyor. Ama hükümetin sahip olduğu devlet ne kadar güçlü ise entrikasını, kumpasını, paralelini, şantajını da o kadar büyük çaplı tutuyor. Bu  kirli işler yerel, bölgesel, ulusal ve uluslar arası olabiliyor

Ama hepsine ortak bir isim vermek istersek eğer; Allahsızlık, kitapsızlık, vicdansızlık, ruhsuzluk diyebiliriz. Bin tane kilise yaptırsa, günde beş değil, beş yüz rekat namaz kılsa, her yıl otuz değil 365 gün oruç tutsa, ağlama duvarında kaşını gözünü her gün yarsa bu adamlar veya bu kadınlar ruhlarını entrika, kumpas ile yoğurup şeytana satmış karanlık kimselerdir.

İşte tam olarak söylemek istediğimi burada bağlayabiliriz. Yıllar geçtikçe karanlık dünyaların karanlık imparatorları daha da güçlenmektedir ve onlara biat eden, tapınan, hizmet eden hizmetkarlarının mevcutları da, imkan ve kabiliyetleri de daha da artmaktadır.

İyi, doğru ve güzel olan her ne varsa, her kim varsa birer birer değil, onar onar, yüzer yüzer, biner biner yok edilmektedir.

Toplu katliamlar, toplu soy kırımlar yapılmaktadır. İyi olanların katliamlarını, doğru yaşayanların soy kırımlarını söylüyorum. Yoksa iddia edilen asılsız, palavra katliamları, soy kırımları ima etmediğimi tabi ki biliyorsunuz.

Bebeklere 22 bin liraya altın emzik satılmaya çalışılan ve daha da pahalı altın biberon satılmaya çalışılan yeni yıl alışveriş çılgınlıklarında herkese hayırlı işler!

Benim kişisel olarak bayramla, Noel Baba ile, yeni yılla işim olmaz. Ben işte geldim, işte gidiyorum bu kahpe dünyadan, geçiyordum şöyle bir uğradım işte! Kalanlara selam olsun! Filmin, bu sinemadaki, bu matinedeki filmin ikinci yarısına çoktan başladım ve belki de film bitmek üzere.

Tabi ki Milli Piyangomu yine aldım. Size çıkabilir, bana da çıkabilir! Ne çıkabilir! Her şey çıkabilir! Hayat bu! Ama ne çıkarsa çıksın, bu filmler sonsuza kadar sürmüyor! Ama film bitmeden sinemadan çıkmak da bize yakışmaz. Bu bizim filmimiz ,kendi filmimiz.

Herkese hayırlı filmler, hayırlı seyirler ey millet!