Yeni yılın bu ilk yazısında tüm okuyucularıma huzur, mutluluk ve başarılarla dolu, sağlıklar içinde yaşayacakları güzel bir yıl diliyorum...  

 

2015 yılına girdik artık. Dün başladığına inandığımız veya da inandırıldığımız yeni yılın bugün ikinci günü. Dilerim herkese mutluluklar, başarılar getirir ve kimseleri de üzmez.

 

Gerçekte dünyamızın yaklaşık 4 milyar yıllık geçmişi içinde, dünyanın fiziksel yapısı veya da uzayda yaşanan olaylarla uzaktan yakında ilgisi olmayan gelişi güzel bir noktadan başlayarak numaralandırmış, bir dizin sırasına sokmuşuz dünyamızın güneş etrafındaki dönüşünü ve adına da “falanıncı yıl” demişiz. Daha doğrusu Avrupalı bir bilim adamının önerisine aklı yatan bir imparator başlatmış bu süreci.

 

Aslında Maya’ların hazırladığı takvim Avrupalıların hazırladığı takvimden çok daha karmaşık ve çevremizdeki gezegen ve güneşimizi de içine almakta ama onun da nerede, ne gün başladığı ve bittiği fiziksel olarak gezegenlerin uzaydaki konumuna göre belli olsa da, dünyanın ve uzayın milyar yıllık geçmişi içinde herhangi bir mana ifade etmiyor.

 

Zaman aslında başlangıç noktası ve varış noktası belli olmayan bir nehrin akan suyu gibi. Bu akan suyun göreceli olarak kıyıdaki bir noktaya veya çıkıntıya göre konumuna sıfır noktası demiş atalarımızdan biri ve adını da sonradan “Milat” diye tanımlamışlar.

 

Çocukluğumdan beri hep merak ederim, Milat’tan önce yaşanmış olayların, Milat oluşturulmadan önce o dönemin insanları tarafından nasıl tanımlandığını.

Örneğin milattan önce 412 - M.Ö. 320 yılları arasında yaşamış, Sinoplu ünlü bir düşünür olan Diyojen’in (Diogenes), kendisine “Sen ne vakit doğdun” diye soranlara, “Milattan önce 412 yılında doğdum” mu diyordu, Milat’ın doğumundan 412 sene sonra insanoğlu tarafından oluşturulacağını daha o günlerden bilerek veya da öngörerek. Yoksa “hani şu tepelerde yangın çıkmıştı ya, işte o yıl doğmuşum” yanıtını mı veriyordu?

 

Günümüzde, önümüzdeki 50 veya 100 yıl içinde yeni bir “Milat”ın oluşmayacağını hiç kimseler garanti edemiyor. O vakit, bu satırları okuduğunuz gün, ay ve yıl için, 1. Milat’tan 2015 yıl sonraki veya da 2. Milat’tan 75 yıl önceki Ocak ayının 2’si mi denecek?   

 

Beni en çok güldüreni de, düşündüreni de 2000 yılına girmemize birkaç ay kala gazetelerde 2000 yılına girmekle başımıza gelebilecekler hakkında yazılanlarla televizyonlarda dile getirilen olumlu, olumsuz kehanetlerdi. Aklınıza gelebilecek her tür olumlu veya da olumsuz senaryolardan bahsediliyordu o dönemde. Bütün yaşanacağı söylenen bu olayların tetikleyicisi de dünyamızın 2000 yılına girecek olmasıydı.

 

Oysa olaya uzaktan ve dünyanın yaklaşık 4 milyar yıllık tarihini dikkate alarak geniş açıdan baktığınızda, bizim rakamsal olarak 2000. yıl olarak tanımladığımız zaman diliminin, dünyanın var oluşundan sonra kendi ekseni ve güneşin etrafındaki milyarlarla tanımlanabilecek dönüşlerinden “hiçbir özelliği olmayan bir tanesi”nin olduğunun bilincine varıyordunuz bir müddet sonra. Ne sihiri vardı ne de kerameti bu adı yusyuvarlak 2000 olan yılın.

 

Uzay ile doğrudan ilişkili olmasına rağmen uzaysal herhangi bir boyutu bulunmayan ve “Zaman” olarak tanımladığımız, elle tutulamayan, gözle görülemeyen bu akış, son derece yumuşak ve mutluluk verici olmasına rağmen o denli de acımasız.

 

Bu net olarak tanımlanamayan akışın içindeki bir noktada, ailenin en küçüğü olarak yer alırken, bir başka noktasında da ailenin en büyüğü konumuna gelmiş oluyor, sonra da hayata veda ediyorsunuz. Ve adına “zaman” denilen akış, hızını hiç kaybetmeden devam ediyor, aynen başlangıç noktası ve varış noktası belli olmayan bir nehrin akan suyu gibi …

 

Ata ATUN

e-mail: [email protected]

http://www.ataatun.org 

Facebook: Ata Atun

http://www.twitter.com/ataatun