Yüreğimde pınarlar çoşuyor! Tabiri uygun ise, çağlayan bir nehirin saflığındaki gibi. Serin serin esen rüzgârı, suyun buz gibi soğukluğu, sesin verdiği huzuru içime sevinçle çekiyorum bir nefesteki umut gibi. Gökte güneş ışıklarının verdiği renk, gökyüzünün maviliğindeki derinlik, kuşların süzülüşündeki ahenk ve kâinattaki mükemmel ses melodisi, hepsi ninni söylüyor şu an.

Yerde, otların üzerinde uzanmış, gökyüzünü izliyorum. Gökteki misafirlerin selam verdiğini görsem de, kabullenemeyişime gözlerimle bahane buluyorum. Görmeyen gözlerimin neleri gördüğüne şahitlik etmek istemesem de...sonra sağıma dönüp topraktaki miniklere bakıyorum.

Herkes yemek derdinde, yuva derdinde! Yaprak kırıntısı taşıyan dört karıncayı izliyorum. Yuvanın başına gelip de durduklarında o anki planlarını merak ediyorum. Diğer karıncalarınsa inci gibi sıralar halinde iniş çıkışları varken, evreni iki boyutlu görmelerinin nedenini çözmek istiyorum. Kimilerine göre 25 boyutlu olan, on bir boyutlu bildiğimiz evrenin ve 12 gezegenin halini düşününce ise karıncaların toz zerresi, bizlerin de aslında karınca kadar küçük oluşunu kabullenip; bilinmeyenlere rağmen muhteşem bir beyne sahip olduğumuzu algılıyorum. Bu muhteşemliğin içinde neden üç boyutta kalıp yaşamı hemcins ve ters cinslerimizle beraber zor hale getirdiğimize şaşıyorum. Denizin, göğün ve yeryüzünün mükemmel güzellikleri varken...

Soluma döndüğümde en sevdiğim kır çiçekleri ve beyaz papatyaları görüyorum. Elif gibi kır çiçeklerinden gözlerimi alamazken , papatyaların vav gibi selam verdiğini görüyorum. Narin bir gelin gibi, utangaç bir çocuk gibi, aşkına bakamayan aşık gibi süzüldüğünü görüyorum. İşte bu yüzdendir ki severim bu bitkileri... Onlara bir öpücük kondurup yerimden kalkıyorum.

İbranice’de vav harfinin 6 rakamına, İngilizce’de ise w harfine denk geldiğini; hatta internette www olarak geçtiğini görünce, aşının patenti için yapılan başvurunun 666 ile başladığını öğrendiğimde hiç şaşmıyorum. Bilakis CERN (the European Organization for Nuclear Research) yani Avrupa Nükleer Araştırma Organizasyonu’nun sembolünün 666 rakamına hakim olmasına, o mekanda büyük bir ayin yapıldığını da düşününce, dünyada bilimin çok ileri safhaya gelmişken hem iyi hem kötü amaçla kullanılabileceğini biliyorum; sorgulamıyorum. Öyle ki 666’nın şeytanın bir sembolü olduğu da biliniyor artık. Bir bilimsel araştırmacı olarak endişeliyim!

Aklıma gelen 666’nın yani www’daki denkliğini düşündükçe ve biz insanoğlunun yakında aşısız seyahat edemeyeceğini, çiplenmeden bazı ülkelere giremeyeceğini düşünmek bile istemiyorum. Şu an bu insan haklarına aykırı görünse bile... Korkunun ölüme neden olduğunu bilmek ise bu bedendeki yaşama koşarak son vermek gibi bir şey. Korkmamak gerekiyor.

Karıncaların suçu ne, papatyanın, kir çiçeğinin, bebeklerin suçu ne? Şu sıralarda Londra’nın güneybatısında çocuk kaçırarak ve hatta onları tanrı için harcamanın, hastalıklı zihniyetlerin insanlığa katkısı ne? Kime hizmette bu dünya? Oysa biz iş bulup karnımızı doyurup

ev araba sahibi olma peşinde koşan sade varlıklarız. Bizden başkaları da varmış. Artık uyanma zamanı. Bilimden uzak kalmamak gerekiyor; ekmek su gibi...

Ben yeğenimle Mars’a gideceğim. O bir astronot olmak peşinde ve henüz altı yaşında. Hayat bilimle çok güzel... Hangi yönde olmak istiyorsanız o yoldasınız! Elif’i mi seçersiniz yoksa Vav’ı mı, tercih sizin.