Tam bir haftadır Suriye'deyim... Ülkenin neredeyse her tarafını dolaştım... Hemen söyleyeyim televizyonlarda izlediğiniz haberlerin büyük bölümü uydurma ve yalan değilse abartılı ve bunun da sosyolojik bir anlamı var... Örneğin önceki gün haberlerde Halep'te muhalefetin çağırısı üzerine dükkanların kapatıldığından söz ediliyordu. O sıralar ben Halep'teydim. Halep 5 milyon nüfusu olan bir kent.

Hür Suriye Ordusu'na bağlı silahlı miltanlar Halidiye denilen bir caddeye gelerek insanları tehdit edip dükkanlarını kapatmalarını istiyor. İnsanlar da olay çıkmasın diye kepenklerini indiriyor. Bu arada güvenlik güçleri gerginlik olmasın diye müdahale etmiyor. İki saat sonra da tüm dükkanlar yeniden açılılıyor ve akşamüstü cadde inanılmaz kalabalık oluyor. Özetle bir tek caddede dükkanlar zorla iki saat kapatılıyor ama haberlerde kentin tümünden söz ediliyor. Aynı yöntem ülkede yaşanan tüm kaçırma, tecavüz, şantaj, tehdit, fidye isteme ve son olarak ölümlerde uygulanıyor. Böyle bir ortam ise doğal olarak ülke içinde yaşayan insanları etkiliyor. Çünkü insanların yaşama dair tüm hesapları böylesi karmaşık ve tehlikeli sürecin etkisiyle anlamsızlaşmaktadır. Anlamlı olan tek şey bu coğrafyada insanların hep acı çekmesidir.

Bu acının ne anlama geldiğini ve kuşaklar boyu insanlarda ne tür izler bıraktığını anlamak ve aynı acıları hissetmek isteyenler mutlaka bu sıralar Suriye'de dolaşmalı ve direkt olarak insanlarla konuşmalıdır. Daha önce Türkiye'nin güneydoğusunu, Kuzey Irak'taki son yirmi yıllık süreçlerini hatta Filistin, Lübnan, Irak ve bölgedeki tüm dramları yaşamayan, doğru değerlendiremeyen ve vicdanının sesine kulak vermeyenler asla bu acıları anlamlandıramaz. Çünkü onlar için her şey tamamen duygusaldır! Yani pariteye bağlıdır. Oysa paritenin ölçütlerinde duygusallık yoktur. Paritede petrol, dolar, silah ve üçünün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan kan ve gözyaşı vardır. Kan ve gözyaşı ise her nedense bizim coğrafyanın kaderi olmuştur.

Tıpkı ihanetlerin  olduğu gibi. Çünkü ihanetler olmasaydı belki de bu coğrafyada kan ve gözyaşı bu kadar olmazdı. Belki de bu coğrafyada yaşama dair tüm endişe ve korkular bu denli korkutucu olmazdı. Belki de bu coğrafyada tüm umutlar, hepimizin yaşama dair her türlü heyecanımızı doruğa çıkarır ve böylece beyinsel algılama ve analiz etme becerimiz olması gereken düzey ve derinlikte olurdu. Çünkü bizi bu hallere düşürenler, bizim aptal olmamızı ve çok kolay kontrol edilip yönlendirilmemizi istiyorlar. Coğrafyamızın içinde bulunduğu durumda bunun çok da zor olmadığı kesindir. Çünkü söz konusu olan akıl ve mantık ise duygular teferruatır. İşte bu nedenle Bosna'da, Çeçenistan'da, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de, Lübnan'da, Libya'da, Yemen'de ve şimdi Suriye'de ölen ve ölmekte olan insanlar birçokları için birer sayının ötesine geçmiyor. Batı'nın bizim coğrafyada başardığı en büyük  olay budur. Yani bunca insan ölüyor ve bizler hiçbir şekilde duygulanıp etkilenmiyor ya da etkilenip gibi görünüp başkalarını aldatıyorsak o zaman bu işte bir iş var...

Çünkü biz artık biz değiliz...

Çünkü birileri bizleri biz olmaktan çıkarabilmiş ve bizler bunu zevkle kabullenmişiz. Bu coğrafyanın son yüz yılını inceleyenler öncelikle bu coğrafya insanların nasıl bu hale getirildiğine ya da geldiğine bakmalıdır. Çünkü yaşama dair her şey insanla ilgilidir... Bizim coğrafyada ise insana dair birçok şeyde gariplik var.

Bu garip şeyleri anlamlandıramayanlar, bu coğrafyada hiçbir konuya sağlıklı bakamaz ve asla doğru yorumlayamaz. Belki de bu nedenle bu coğrafyada hiçbir soruna çözüm bulunamıyor ve çözülmüş gibi görünen sorunlar bile beraberinde hiç çözülemeyecek sorunlar getiriyor. Bu gerçeği görmeyenler ise hayal dünyasında yaşar ya da kurgulanmış senaryolarda başrol oyuncusu gibi ortada dolaşır. Oysa bu kurgularda başrol yok, hep figüranlık var.

(Akşam gazetesinden alınmıştır)