Yalanın bir hayat tarzı hâline geldiği dünyada yaşamanın giderek güçleşeceği açık. Edinilmiş bir nefret üzerinden, her türlü insani değeri elinin tersiyle iterek kişilik suikastları peşinde koşmanın acziyeti bir yana, toplumda değerler aşınmasına sebep olması bile başlı başına yıkıcı etki yapabilir.

Son zamanlarda yaşadığımız bu. İktidar nefreti insanları fotoşoplarla, uydurma ve çarpıtılmış “bilgi”lerle yalana yönlendiriyor, yalan âdeta sıradanlaştırılıyor. Buna öncülük eden de medyanın bir okuyucu kitlesi tarafından kabul gören yazılı ve görsel mecraları.

İstanbul Şehir Tiyatroları genel müdürlüğüne atanan Şevket Demirkaya’nın bir vakitler hobi olarak sürdürdüğü güreş hakemliğinden yola çıkarak, Ahmet Ümit’inden, artık güldüremeyen ama ağlatan fikirlere imza atan Gülse Birsel’e kadar pek çok yazar çizer takımı bu atama üzerinde ter ter tepindi. Oysa Şevket Demirkaya genel sanat yönetmenliğine değil müdürlüğe tayin edilmişti. Kurumun mali, idari, altyapı sorunlarıyla ilgilenecekti. Üstelik yıllarca belediyelerde kültür müdürlükleri yapmış, gençlik yıllarında da tiyatro oyunlarında rol almıştı.
Bir kere hedefe oturtacak malzeme buldular ya devamı geldi. İlk salvo “Lüküs Hayat operetinden fahişe rolü çıkarıldı. Güreş hakeminden müdür atanırsa olacağı buydu” diye cazgırlığa başladılar. Allah’tan oyunda rol alan ve aynı ideolojik çizgide olduğu halde ahlaklı kalabilen  Zihni Göktay gibi usta oyuncular vardı. Göktay hemen bir açıklama yaparak 2,5 saat süren oyunu yeni sezona yetiştirmekte güçlük çektiklerini (sanırım yeni katılan oyuncular nedeniyle), bu yüzden kısaltmak zorunda kaldıklarını, söz konusu bölümün de kısaltılanlar arasında yer aldığını belirterek “Bu durumdan müdürün haberi bile yok, olamaz da zaten” dedi. Ancak söylentiyi çıkaran ve namusla ilişkileri geçmiş çağlarda kalanlar utanıp özür dilemediler doğal olarak. Çamur atmışlardı ve izi nasıl olsa kalacaktı.

Yalanlar Cumhuriyeti deyince Cumhuriyet gazetesinin son yıllardaki yalan haber performansını görmezsek haksızlık etmiş oluruz.

Cumhuriyet’in yalanları hakkında biraz fikir edinebilmek için google’da bir tarama yapmak bile yeterli.

En sondan başlayalım.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun küçük kızı Hacer’le ilgili yaptıkları yalan ve karalamayı, çocuk haklarını baştan sona ihlal eden ahlaksızlığı bir kere daha dillendirip sinirlerinizi bozmak istemem.

Geçtiğimiz günlerde bizim dış politika yazarımız Ceren Kenar’ın bir tartışma programında kendisine “Siz Goebbels’i tanır mısınız?” diye sorabilen ayrı bir ruhsal vak’aya verdiği “Hayır kendisiyle tanışmadım” cevaptaki ironiyi fark edemeyecek kadar ebleh olmaları bir tarafa, bunu “Dış politika yazarı Ceren Kenar Goebbels’ten habersiz” diye hevesle duyurmaları, basın dünyasına ayrı bir renk kattı. Buna Ceren Kenar’ın Goebbels ile ilgili makalesi ve Hitler ile Goebbels’e methiyeler düzen Cumhuriyet arşivlerinden bir demet yaparak verdiği görsel malzemesi bol cevap okunmaya değer.

Cumhuriyet’in Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk’ün, Başbakanlık Teftiş Kurulu ve istihbarat raporları üzerine görevden alındığı haberi de yalandı.

Yaş kararları toplantısında kara kuvvetleri komutanlığına Bekir Kalyoncu’nun getirilmemesi halinde tüm komutanların istifa edeceğini yazan ve yalan çıkınca utanmayan da onlar.
Bitlis valisi Nurettin Yılmaz’ın bir esnaf ziyaretinde AK Partiye oy istediğini yazan ama bizzat orada bulunan esnaflar ile CHP Bitlis adayları tarafından yalanlanan onlar.

Devlet Tiyatrosu oyuncularının, Ömer Çelik’in haberi olmadan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin onuruna verilen davette görevlendirildiklerini ve bundan dolayı büyük rahatsızlık duydukları yalanını yazan ve utanmayan onlar. Hazmedemedikleri, Devlet Tiyatrosu oyuncularının Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Tayyip Erdoğan’ın huzuruna çıkması. Yaşasaydı Mustafa Kemal’in huzuruna çıkmalarını isterlerdi şüphesiz. Tıpkı Deniz Kızı Eftelya’lar, Safiye Ayla’lar, Müzeyyen’ler gibi. Onlar üstelik devletten maaş almıyorlardı. Ama Devletten maaş alıp sanat yapıyorsan, devletin başının huzuruna çıkacaksın. Yeri gelmişken şu anekdotu da hatırlayalım. Atatürk’ün, döneminin haşarı şairi Nazım Hikmet’in şiirlerinden etkilenip “Çağırın şu çocuğu Dolmabahçe’ye” dediği ve Nazım’ın da kapısına dikilen zabitlere “Söyleyin kendisine ben Deniz Kızı Eftelya değilim” cevabını verdiği rivayet edilir. Bu tumturaklı cevaptan sonra da başı beladan kurtulamamıştır zaten.

Atatürk dedik madem, Kocaeli ilköğretim okullarında Atatürk’le ilgili hiçbir soru sorulmadığı yalanını yazan da onlar. Kocaeli Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından onlarca örnek verilerek yalanlanan bu “haber”den dolayı da utanmadılar.

Malatya’nın Sürgü ilçesinde çok programlı lisede kız öğrencilere, müdür odasına çağrılıp “Başını ört” baskısı yapıldığı haberi de yalanlandı. Bu “bilgi”nin kaynağı Eğitim-Sen Başkanı Ali Ekrem Beytemur ise sorulduğunda “Ben böyle bir şeye şahit olmadım. 4+4+4 dayatmasından dolayı bu tür şeyler olabileceğini düşündüğüm için gazeteye söyledim” dedi.

“Cezaevlerinde kadınları çırılçıplak soyuyorlar” yalanı da onlara ait, Gezi eylemlerinde şiddet eylemlerine karıştıkları için tutuklanıp cezaevlerine gönderilenlerin tecavüzcüler ve katiller koğuşuna gönderildiği, üstelik zorla oruç tutturulduğu yalanı da. Yine utanmadılar.

"Türbanlı yazar Hidayet Şevkatli Tuksal’ı Erdoğan kovdurdu” yalanını yazdıktan sonra özür dilediklerini sananlar yanılıyor. Tuksal, Serbestiyet.com sitesindeki yazısında bunun tamamen uydurma olduğunu ve Star gazetesinden kendi isteğiyle ayrıldığını ifade etti.

Hafızalarımızda yer eden bir büyük yalan da Özdemir İnce adlı “hususiyet”in, Hürriyet’te manşetten yayınlanan “Fransa’da İslamcılar mini etekli kızı diri diri yaktılar” haberiydi. İnce, bu bilgi için Gaye Petek diye bir kızı kaynak göstermişti. Ancak haber tümüyle asparagas çıkmıştı. Kıza saldıranlar gettolarda yaşayan serserilerdi. Hürriyet bu yalandan dolayı özür diledi, Cumhuriyet gazetesi ise yalanlanan bu safsataya Bülent Dikmener adına konan “özel ödül”ü verdi.

“Vatan Caddesi'nde Migros'un yanında bulunan alan imara açıldı" haberi de yalan çıktı. Söz konusu arazinin 1964 yılından bu yana imara açık olduğu belgelendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi Meclislerinde alınan kararlarla söz konusu alandaki imar yoğunluğunun geçmişe göre yüzde 92 azaltıldığı ve yeşil alanın da yüzde 120 oranında artırıldığı belirlendi. Bu arada Aydınlı Grup şirketleri yönetim kurulu başkanı Ömer Faruk Kavurmacı Vatan Caddesindeki bu arazide kendisinin, aile fertlerinin ve şirketlerinin dolaylı ya da doğrudan hiçbir ortaklığının, ilişkisinin bulunmadığını da açıkladı.

Yalanlar Cumhuriyeti bir ara önceki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün “laik sistemi değiştirmek istiyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu geldi” dediğini de yazdı. Gül bu haberi sert biçimde yalanladı.

Abdullah Gül siyasete yeniden girerse başına neler gelebileceğini görebilmesini sağlayacak müthiş salvolarla daha çok karşılaşacak gibi. Cumhuriyet’i içerden fethetmeyi başaran cemaatin önde gelen avukat-gazeteci taifesinden Faruk Mercan iki üç gün önce “Abdullah Gül, 17 Aralık öncesi, Zekeriya Öz’ü kabul ederek iki saat görüştü” diye bir malumat yumurtlayıverdi. Tabii Gül bu iddiayı da anında yalanladı ve kesinlikle böyle bir görüşmenin olmadığını söyledi.
Uzar gider. Bu müptezelliğin geri kalanını yazmaya gerek yok.

Fettah Can’ın çıkar çıkmaz epey ilgimi çeken “Yalanlar Cumhuriyeti” şarkısıyla baş başa bırakalım onları. Münasiptir.

“Ben En Kötü Olurum Yalanlar Cumhuriyetinde Kendime/Bir Yer Bulurum Kendime Bir Yer Bulurum”

(Türkiye'den)