Geçen yılın başlarında bu köşede yayımlanan \"Restorasyon Yangınları\" başlıklı yazımda, Haydarpaşa Garı, Kılıç Ali Paşa Camii ve Beyazıt Camii Hünkâr Kasrı\'nda birbiri ardınca çıkan yangınlardan söz ederek tarihî eserleri restore eden firmaların bu işte ne kadar ehil olduklarını ve çalıştırdıkları elemanların kalitesini sorgulamak gerektiğinden söz etmiş, görüş ve tekliflerimi şöyle özetlemiştim:

\"Tarihî eserlerin nasıl restore edileceğine dair kriterler -Türkiye\'nin şartları göz önüne alınarak- yeniden ele alınmalı, restorasyon ihalelerine girme hakkına sahip firmalar ciddi bir denetime tabi tutulmalı, bu işte tecrübeye ve gerçekten uzman elemanlara sahip olup olmadıkları sıkı bir şekilde araştırılmalıdır. Söz konusu yangınlar elektrik kontağı vb. gibi sebeplere bağlanarak geçiştirilirse, korkarım, daha vahim sonuçlara yol açacak felâketlere de şahit olacağız. Mesela alev püskürten bir âlet olan şaloma\'yı eline verip boyaları sökmesini istediğiniz eleman eğitimsiz ve tecrübesizse bütün binayı yakması işten bile değildir.\"

İşte Karacabey Ulucamii... Restorasyonu üstlenen müteahhit firmanın istihdam ettiği işçilerin çalışmaları sırasında çıkan yangında tarihî cami neredeyse bütünüyle yanıp kül olmuş. Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi\'nin tesbitlerine göre Sultan Murad Hüdavendigâr vakfından olan ve I. Abdülhamid döneminde onarılan bu dikdörtgen planlı ahşap camii, işgal sırasında da vandal Yunanlılar yakmış. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ilk defa 1964 yılında restore edilen ve kuruluş devrinin hatıralarını taşıyan Karacabey Ulucamii\'nin büyük bir titizlikle korunması, restorasyonu sırasında da azami titizliğin gösterilmesi gerekmez miydi?

Bu yangın vesilesiyle restorasyon meselesi hakkında yeni bir yazı yazmayı düşünürken Divanyolu\'nda, yakın zamanlara kadar Eminönü Belediyesi\'nce kullanılan tarihî konağın ciddi bir yangın geçirdiğini öğrendim.

Ârif Paşa Konağı olarak bilinen ve II. Meşrutiyet\'in ilânından sonra sekiz bin liraya satın alınıp tamir edilerek Şehremaneti\'ne tahsis edilen bu konak, Mütareke devrinde Fransız işgal kuvvetleri tarafından karargâh binası olarak kullanılmıştı. Operatör Cemil [Topuzlu] Paşa, hatıralarında, kendi şehreminliği sırasında Ârif Paşa Konağı\'nın, yıllardır tamir yüzü görmemiş, odalarındaki bütün eşyaları kullanılmayacak kadar eski, Şehir Meclisi\'nin toplanabileceği bir salonu bile bulunmayan köhne bir bina olduğunu yazar.

Cumhuriyet\'ten sonra tekrar İstanbul Belediyesi\'ne verilen Ârif Paşa Konağı, bir ara restore edilerek Konservatuvar\'a verilmişti. Bizans\'ın ünlü Teodosius Sarnıcı (Şerefiye Sarnıcı), yakın zamanlara kadar Eminönü Belediyesi\'nce kullanılan bu konağın altındadır. Konağa ismini veren Ârif Paşa\'nın hangi Ârif Paşa olduğunu öğrenemedim. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi\'nde bu konağa müstakil bir madde ayırmış, fakat ilk sahibinin hangi Ârif Paşa olduğunu kaydetmemiş. Malik Aksel ise \"Divanyolu Konakları\" başlıklı yazısında Trablusgarp Valisi Ârifî Paşa\'nın konağı olduğundan söz eder. Belki Sadrazam Ârifî Mehmed Paşa, belki de ressam Mehmet Ârif Paşa\'dır, kim bilir...

Divanyolu bir zamanlar sultan ve vezir saraylarıyla, kübera konaklarıyla bezeliydi. Malik Aksel, sözünü ettiğim yazısında bu konaklardan 1930\'lara kadar ayakta kalabilenleri tek tek zikreder. Mesela bugün Piyer Loti Oteli\'nin bulunduğu yerde Âsım Paşa Konağı diye bilinen bir konak varmış. Bahçesindeki bodur ağaçlarla yaz kış yeşil görünen ve Mısırlı Mustafa Fâzıl Paşa\'nın 1870 yılında kurduğu ilk Avrupaî kulübe, daha sonra Evkaf Nezareti\'ne, bir süre de Darülmuallimin-i Âliye\'ye ev sahipliği yapan bu muhteşem konak, Piyer Loti ve Klod Farer\'in Türk dostları tarafından minnettarlıklarının ifadesi olmak üzere bir âbide dikmek amacıyla yıktırılmış. Âbideyi yapamamış, ancak bu iki Fransız yazarın isimlerini o bölgede birbirine paralel iki sokağa vermişlerdir. Daha önce de biraz aşağıda İttihatçılar tarafından bir Türk-Alman Dostluk Yurdu yapmak amacıyla zarif bir mescit ve bir han yıktırılmıştı. Harpten mağlup çıktığımız için bu proje de suya düşmüştür.

İmarcılar Divanyolu\'nda tarihî yapıların yıkabildiklerini yıkmış, yıkamadıklarını kesip biçmişlerdir. Osmanlı devrinden kalan üç beş konak da restorasyon sırasında yanarsa, geriye bir şey kalmayacak. Şair Nigâr Hanım\'ın kayınpederi Defter-i Hakanî Senedât Müdürü Hacı Sâlih Efendi\'nin konağı şu sıralarda restore ediliyor. Yakın zamanlara kadar Sağlık Müzesi ve Kuduz Hastahanesi olarak kullanılan bu bina da bir kazaya uğrarsa, hiç şaşırmam.

Ârif Paşa Konağı, meğerse Eminönü Belediyesi tarafından boşaltıldıktan sonra, Teodosius Sarnıcı\'nı ortaya çıkarmak isteyen Büyükşehir Belediyesi\'nce yıkılacakmış, hatta yıkımına başlanmış. Ancak binanın tescilli olduğu anlaşılınca bundan vazgeçilerek gençlik merkezi yapılmasına karar verilmiş.

Kullanılmayan bir binada yangın çıkması doğrusu pek tuhaf; bir yığın hatırayı günümüze taşıyan ve Divanyolu\'nun eski zamanlarını hatırlatan bir binanın yıktırılmak istenmesi daha da tuhaf.

Doğrusu ne diyeceğimi bilemiyorum; galiba biz son iki yüz yıldır yakmayı ve yıkmayı iyi beceriyoruz.

ZAMAN