Göç tarihi, aynı zamanda korkuların tarihi aslında.

Dünyanın karşı karşıya kaldığı mülteci krizleri, her seferinde toplumların en karanlık yönlerini ve korkularını açığa çıkarıyor. Sanki turnusol kağıdı işlevi görüyor. 

Malûm, mülteci akınına uğrayan Batı ülkeleri bu günlerde çok kötü bir insanlık sınavı veriyor.

 

Geçtiğimiz hafta Macaristan önce sınırı geçmeye çalışan mültecilere 3 yıla kadar hapis cezası getirdi. Sonra da Macar polisi tazyikli su, biber gazı ve copla sınırdaki mültecilere çoluk çocuk demeden saldırdı.  

Diğer doğu Avrupa ülkeleri de benzer durumda. 

Almanya, Avusturya, Fransa ve İsveç ise nispeten daha ılımlı. Ancak bu hafta Almanya ve Avusturya da mülteci akınını yavaşlatmak için yeniden sınırlarında kontrole başladı.  

Avrupa Birliği ise insaflı (!) adımlar atmaya devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Brüksel'de toplanan içişleri bakanları, AB deniz gücünün Libya'dan yola çıkan teknelere el koyup imha etmesini onayladı.  

BATI'DA İSLAM KARŞITLIĞI 

Kaldı ki insan bazı ülkelerin mültecileri kabûl etmesinden resmen korkuyor.  

Mesela Norveç sığınmacıları Kutupların en uç yerleşim bölgesindeki, insandan çok kutup ayısının yaşadığı bir adaya yerleştirmeyi önerdi. İnsan gülsün mü, ağlasın mı bilemiyor. 

Dahası, diyelim ki mülteciler Batı ülkelerine yerleştiler. Ya sonra? Özellikle 11 Eylül'den beri Batı, Müslümanları entegre etmekte son derece başarısız.  

Hızla yükselen İslam karşıtlığı da birçok Avrupa ülkesinde radikal sağ görüşlü partileri bir anda güçlendirdi. 

Hakeza daha şimdiden Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya sadece Hristiyan mülteci kabul edeceğini açıkladı.  

Dolayısıyla şimdi Batılı ülkeler sınırlarını açsalar da, bu mültecileri nasıl karşılayacaklar?

 

"Mülteciler Müslüman olmasa Batı'da böyle bir tepkiyle karşılaşmazlardı" diyenler de çok bu günlerde.  

Buna örnek olarak da Vietnam Savaşı'nın bitmesiyle 1970'lerin sonlarından 90'lara kadar Güneydoğu Asya'dan Batı'ya göç eden 3 milyon mülteciyi gösteriyorlar.

 

Komünist rejimlerden kaçan bu kitleleri ABD ve Avrupa'nın çok kolay kabullendiğini vurguluyorlar.  

ALMANYA'NIN HESABI 

Bununla birlikte Almanya'nın mültecileri kabûl etmesinin sebebinin vicdani ve ahlaki olmadığını savunanlar da var.  

Buna göre Yahudi Soykırımı'ndan beri kendini temize çekmeye çalışan Almanya için mülteciler bulunmaz bir fırsat.  

Zira ilk kez tüm dünyada insani tavrından dolayı alkışlanma şansını yakaladı.  

İşte Merkel'in de bu trendi yakalayıp kullandığını söyleyenler çok.  

Hakeza şu an Almanya tüm Avrupa'daki mültecilerin yüzde 40'ını ağırlıyor.  

Yıl sonuna kadar alacağı mültecilerin 800 bini bulması bekleniyor. 

Merkel'in bu liderliği, topluma da yansıyor.  

Son anketlere göre Almanların yüzde 59'u mültecilerin alınması, yüzde 96'sı da savaştan kaçan herkese sığınma hakkı verilmesi gerektiğini düşünüyor. 

DEĞİŞKEN TOPLUMLAR 

Bu da şunu gösteriyor: Bir toplumun tolerans eşiği son derece değişken. Toplumlar esnekler. Algıları zamanla, koşullarla ve liderlikle ciddi şekilde değişiyor.  

Mesela bugün bir "göç cenneti" olarak bilinen ABD'nin bile geçmişte mülteci alma konusunda şüphe yaşadığı dönemler olmuş.  

19. yüzyıl sonlarında güney ve doğu Avrupa'dan gelenleri "İngilizce konuşan ırk bozulur" korkusuyla reddetmiş. 

1945'ten sonra bir dönem doğu Avrupa'dan gelen mültecileri almayı da kabûl etmemiş.

Komünist oldukları gerekçesiyle.

Dolayısıyla her döneme göre istenmeyen nitelikler ve topluluklar da değişiyor. 

Buna mukabil, şu an kötü bir sınav veren Avrupa'nın kucaklayıcı olduğu dönemler de olmuş.  

Vietnam örneğinde olduğu gibi. 

Ya da bugün Avrupa içinde daha "ılımlı" tepki veren ülkeler gibi.

 

Ezcümle, dünya aynı deneyimleri tekrar tekrar yaşıyor.  

Sadece zamanla koşullar, algılar ve tepkiler değişiyor.  

Evet bugün insanlık çok kötü bir sınav veriyor.  

Ama geçmişe bakınca, doğru liderlik ve politikalarla bunun tam tersinin olabileceği de görülüyor.

O yüzden henüz insanlıktan umudu kesmeye gerek yok!


(Hürriyet'ten)