Sevgili Okurlar,

Bu hafta sizlere geçen haftalar da hakkında araştırmalar yapıp kendisin den çok etkilendiğim Virginia Woolf tan bahsetmek istiyorum.

Günümüz de klasik bir feminist yazar olarak anılan Woolf, 20. yılın en etkileyici yazarlarından biri olmakla bilinmektedir. Kimi romanların da yazar, konuyu ön plana çıkarmak tan çok, olay kahramanlarının bilinçlerinin akışına götürür okuyucularını. Iste bu sebepten ötürü, kimi romanlarının psikolojik dokusu daha ağır basar. Konu olarak ise, daha çok sınıf hiyerarsi, savaşın acımasiz sonuçları ve çinsiyet farklılıklarını ele alır. Dönemin Modernist Yaklaşımınında T.S. Eliot, Ezra Pound, James Joyce ve Gertrude Stein ile beraber yer almıştır.

Virginia Woolfun coçukluk dönemlerindeki zor dönemleri kendisini çok etkiler. Sırasıyla, önce annesinin, büyük ablasının ve de sonrasında babasının kaybını genç yaşiında yaşayan Woolf, yetişkin yaşında bipolar hastalığına sahip oldugunu anlar. Bu rahatsızlık yüzünden kimi zamanlar Woolf, dönemsel depresyonlara girer, hızlı sosyal hayatından uzaklaşır, odaklanamadığı için yazmak ve okumaktan uzaklaşır. Bu dönemlerinde sesler duyar ve belirli vizyonlar görür. Bu dönemlerde aklına intihar düşünceleri gelir ve bu  karanlık düşünceleri yazılarına yansıtır. 

Ançak depresyonda olmadığı dönemlerde ise Woolf, gün içinde uzun saatler calışır, kuruluşunda önemli bir rol oynadığı Bloomsbury isimli entellektuel grubun içinde sanat, edebiyat ve tarih sohbetlerine ilği ve derin bir bilgiyle katılırdı.

1941 Mart'ının bir akşamında, yazar Virginia Woolf eve sırılsıklam gelir ve intihara teşebbüs eder, fakat başarısız olur. Maalesef, yaşamın yüküne dayanamayan Woolf, birkaç gün sonra, 28 Mart 1941'de intiharı yeniden dener ve bu defa başarılı olur. Ruh sağlığıyla ilgili problemlerinden kaçmak için ölümü seçen Woolf'un cesedi Ouse Nehri'nde bulunur. Yazarın ceketinin cepleri ağır taşlarla doludur...

Yazarın bu yürek parçalayan son mektubunu, öldüğü gün eşi Leonard bulur. İşte o mektup:

En sevdiğim,

Yine delirecekmişim gibi hissediyorum. Bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve giden zamanı geri çeviremeyeceğim. Sesler duymaya başlıyorum ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapmam gereken şeyi yapıyorum. Bana verebileceğin en büyük mutluluğu verdin. Kimsenin yapamayacağı şeyleri yaptın. Bu kadar şeyden sonra iki insanın birlikte daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Ben artık savaşamayacağım. Biliyorum, senin hayatını mahvediyorum, bensiz daha mutlu olacaksın. Görüyorsun bu mektubu bile doğru düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum. Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçlu olduğumu söylemek isterim. Bana karşı inanılmaz sabırlısın ve iyisin. Şunu söylemek istiyorum -aslında bunu herkes biliyor- eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa bu sen olurdun. Her şey beni terkedip gitti ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.

Virginia Woolfu araştırmamın sebebi ise, farkındalık konusu uzerindeki calışmalarım idi. Woolf, o dönemlerde anılarını yazarken,  ‘‘moments of being’’ and ‘‘moments of not being’’  olarak bir farkındalığa ulaşmıştı. Kimi anılarını yaşarken oldukça anın içinde olarak, farkında olarak yaşadığını ifade etmiştir. Bu anlara ‘‘Oluşun Anları’’ ve ‘‘Var olmamanın  Anları’’ ismini verir. Işte hatıralarını tüm detayları ile hatırladığı zamanlara Woolf, anın içinde olmuş, zihni ve tüm bedensel hafızası ile o anı tüm yoğunlugu ile yaşamıştır.