“Ölüyorum damarlarımda kanım ters akıyor, herkes gider mi? Onsuz yaşamanın ne manası var? Ben bir ölüyüm artık. İçim acıyor, kalbim yanıyor” 


Hastalık tarifi gibi şarkı sözleri….

Dr. Emoto, bir Japon araştırmacı yazdığı “Suyun Verdiği Mesajlar” adlı kitabında düşünce ve duyguların fizik realiteyi nasıl etkilediğini anlatıyor. Çok özel bir teknikle su kristallerini donduruyor ve fotoğraflarını çekiyor.

Çok kısaca; negatif düşünce, kötü müzik ve kirliliğe maruz kalan su örnekleri kristalize olmuyor, olsa bile koyu renkli, asimetrik ve tamamlanmamış şekiller oluşuyor.

Tatlı söz, hoş müzik, pozitif düşüncelere maruz kalan, temiz olan su örnekleri dondurulduklarında ise, kar taneleri gibi parlak, yoğun motifli, simetrik şekiller oluşturuyor.  

Vücudumuzun %70’i de su olduğuna göre, varın siz düşünün çevrede dönen negatif enerjinin bizi neye çevirdiğini…. 

Sevdiğimiz bir yapıdır bizim, kendine acıma, mazlumu oynama, çektiklerinden tuhaf bir haz yaşama.  

Hikayelerimiz, şarkılarımız, TV dizilerimiz sanki birer cadı kazanı iken, bizim maruz kaldığımız bu kadar acı duygudan sonra, kalkıp dört elle hayata sarılmamız ne kadar mümkün olabilir ki? 

İşin en trajik tarafı, çoğumuz yaşamı yaşamadan, duyduklamızla, önceden yaşanalarla ve hayallerimizle idare etmeye çalıştığımız için, adı geçen tüm duyguları gerçek zannediyoruz. Doğrularımız onlar oluyor. 

Yenilen üzülür, terkedilen ağlar, işten atılan kahrolur.  

Terkedilen, yenilen, atılan, aldatılan, kandırılan, hep edilgen durumlar. ONLAR yapmış bize. Yani mağdur olan, acılar içinde bırakılan biziz. Bu ruh halimizi destekleyecek o kadar çok uyarıcı var ki çevremizde, ben şaşırıyorum dünyada intihar etme oranlarına göre hâlâ nasıl 79. sıradayız diye.

Hayal ötesi dizilerde kendi yenilgilerimizi buluyoruz, öyle şarkılar seçiyoruz ki, salıncakta sallanırken bile dinlesek gözyaşlarına boğuluruz, hep benzer acıları yaşamış arkadaşlarımızı buluyoruz “di mi ama….” diyebilmek için.

Sosyal medyanın tüm özlü söz formatlarını kullanıyoruz,

“Terk etmek kolaysa senin için, el sallamak zor değil benim için.”

“Sana sadece gözyaşlarımı haram etsem, Cennet hayalin olur.”

İçinde acı ve intikamı barındıran bu sözler, kılavumuz oluyor.  

Bu ruh halinde yaşarken hangi kristal, kangi kar tanesi…. 

Acılarımız acılar yatarıyor, kavgamız ruhumuzu besliyor. O zaman da tarif edilen gerçek birer “acıların çocuğu“ oluyoruz. Bu şarkılar boşuna çıkmamış. Kahramanları hep içimizde. 

Önümüzde zorlu bir sınav var, Sevgililer Günü. Çoğumuz için iki ihtimal var o güne ait, ya mutlu olacağız ya da mutsuz.

Ya Cem Adrian “Herkes gider mi” diye haykıracak,

Ya da Aydilge “Yine aşık oldum” diyecek.  

Hâlâ neden adının Aziz Valentin'e bağlandığı belli değil ama olmuş bir kere. Siz isteseniz de istemeseniz de bu gün özledir ve kutlanır.  

Gelin herşeyi akışına bırakalım, olanla ve olmayanla mutlu kalalım. Su kristallerimizi kirletecek her türlü kaynaktan uzak duralım. Mesela televizyon izlemeyelim o gün. Radyo kanallarının en neşeli olanlarını seçip, en çok gülen arkadaşlarımızı arayalım. Seratoninimizi arttırmak için, spor yapalım, çukulata yiyelim mesela.

Hepi topu 1 gün. Elbette geçer...

Kar taneleri gibi bembeyaz pırıl pırıl atlatmamız mümkün.

Gerisi bize kalmış, ister hayatımızda acıyı arttıran muslukları kapatır kendimize döneriz, istersek de içimizdeki tüm renkleri unutup, daha çok ağlamak için mağdur edebiyatına devam ederiz.

Öyle ya, insan seçimleri ile yaşar.

Gökyüzünden mutluluk şarkılarının yayıldığı ışıltınızın göz kamaştırdığı bir hafta olsun.