Anne. Özlemle anılan, andıkça gözlerin dolmasına sebep olan insan. Bir anne için söylenecek ne çok şey var öyle değil mi? Sevgi kavramı ilk bir annenin bedeninde varoluyor. İlk dokunduğumuz, ilk sıcaklığını hissettiğimiz, ilk güveni aldığımız insandır anne. Hatta öyle ki, henüz oksijeni içimize çekmeden varlığıyla varlığımızı sağlayandır. Varlığı dünyanın en büyük huzuruyken, yokluğu koskoca bir yarayı kalbimize bırakan hançerdir. O yara ki hiçbir zaman dinmez, o kan ki hiçbir zaman durmaz. 

Kendine özgü bir kokusu vardır annenin. Milyonlarca lira verip parfümler alsak, yine de öyle tütmez. Anne güven kokar, huzur kokar, mutluluk kokar. Anne, aşk kokar. 

Anneler Günü bugün. Kapitalizm her ne kadar ticari kaygılarla esir etse de bugünü, her ne kadar “anneler her gün hatırlanmak içindir bir güne sığmaz” denilse de, huzurevlerinde, kadın sığınma evlerinde unutulmuş yüzlerce annemiz var. Belki bugün onların günüdür. Belki onlar bugün pencere kenarında oturup yollarımızı gözlüyorlardır. Huzurevine terkedip giden, bir daha hiçbir şekilde arayıp sormayan evlatlarını, belki bugün olsun bekliyorlardır. Şiddet görmüş, çocuğuyla kapı önüne atılmış anneler, bir tebessüm, bir muhabbete hasret yaşıyorlardır. 

Bugün, annesiz kalmış birçok çocuğun, birçok yetişkinin en acı günü olsa gerek. Yokluk böyle günlerde daha bir vurur, bilirim. Gelin, böyle bir günde birbirimizin eksikliklerini, diğer eksiklerle kapatalım. 

El öpmeyelim, mis kokulu yanaklarından öpelim. Sarılalım. Öyle sarılalım ki, kalbimiz kalplerine değsin. Gözlerinin içine bakalım, acılarını görelim. Muhabbet edelim, gülümseyelim. Tıpkı bir evlat gibi… 

Tıpkı beklenen ancak hiç gelmeyen o hayırsız evlatların da yapması gerektiği gibi… 


























(Star Kıbrıs'tan)