Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, ekonomiye hayat veren iki önemli sektör, Turizm ve Yüksek Öğrenim, yani halk dili ile “Üniversiteler” sektörü.

Eğitim sektörü yıllar içinde diğer işkollarına kıyasla yerleşip kökleştikçe büyük bir istihdam kapısı açtı ülkeye.  Günümüzde bu sektörün ulusal gelire direkt ve endirekt olarak yaptığı katkı çok fazla ve bence birinci sırada.

 

Kıbrıs Rum tarafı bunu başaramadı. Güney’in 7 üniversitesi, 14 tane de Yüksek Öğrenim Kurumu var. Bu 7 üniversitenin 4 tanesi devlet üniversitesi, 3’ü de özel olmasına rağmen Helen milliyetçilikleri ağır bastığından bir türlü dünyaya açılamadılar. Tanınan, AB üyesi bir devlet olmalarına, nüfuslarının bizim 3 katımızdan da fazla olmasına ve de Bologna sürecine dahil olmalarına rağmen, eğitim dili Rumca – Yunanca olduğundan yerlisi ve yabancısı ile toplam öğrenci sayıları 30 binin altında.

 

O denli şövenist, o denli Helen Milliyetçisi duygu ve düşüncelere sahipler ki, eğitim dili Rumca mı olsun, İngilizce mi olsun diye tam on sene tartıştıktan sonra en sonunda Rumcada karar kıldılar.

İyi mi oldu kötü mü bunu zaman gösterecek ancak dünya dilinde eğitim yapmazlarsa, ne yeterli kitap bulabilecekler, ne bilimsel makale ne de yabancı öğrenci…

Bu kendilerinin bileceği bir iş olsa da AB standartlarında kalite kuramayıp güvence sağlayamamalarından dolayı tam üyelikten çıkarılmaları ve aday üyeliğe düşürülmeleri de Rumlar adına utanç verici bir gerçek.   

 

Bologna süreci içine girebilmek için Avrupa Kültür Konvansiyonu’nu imzalamak gerekiyor. Biz Kıbrıslı Türkler AB tarafından tanınan bir devlet olmadığımızdan bu konvansiyonu imzalayamadığımız için Bologna Bakanlar Toplantısı’na katılamıyoruz.

Ancak en üst seviyedeki bu toplantılara katılamasak da Bolonya sürecine yön veren Avrupa Yüksek Öğrenim Kalite Güvence Ajansı’na ve de AB Kalite Büvence Ajansları Birliği’ne tam üyeyiz.

 

Tarafsız olarak KKTC’de “Üniversiteler sektörü”nün istastiki verilerine bakılırsa, bir takım kişilerin “Kontenjanlar doldurulamadı, Boş kaldı” gibi lafları sadece içte siyasi kazanım elde etmek için kuru kuruya söylediklerini görüyoruz. Kendileri kişisel kazanım elde etsin diye acımasızca direkt ve endirekt on binlerce insanımızın yaşam ve geçim kapısı olan üniversitelerimizi kötülemekten hiç çekinmiyor bu kişiler veya da örgütler. 

Bu kişilerin üniversitelerimizi kötülemeden evvel “Kontenjan” nedir sorusunun yanıtını bilmeleri gerekiyor.

 

Kontenjan olarak açıklanan sayılar, meslek veya bölüm seçimlerinin inişli çıkışlı oldukları dönemlerde en yüksek talebi karşılayabilecek şekilde YÖK’ten talep edilen ve yıllar içinde değiştirilmesine gerek duyulmamış rakamlardır. Bir dönem talebi yüzlerle tanımlanan Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne, istihdamın doyum noktasına gelmiş olması nedeni ile bu yıl talebin onlarla ifade edilen düzeye düşmüş olması örnek olarak gösterilebilir.

 

Bu düşüş ne üniversitelerimizin tercih edilmemesi ile ilgilidir ne de verilen eğitimin kalitesi ile. Boş kaldı suçlaması da beş sene evvelki yüksek kontenjan sayısının günümüz koşullarına göre değiştirilmemiş olmasındadır sadece.

 2009 yılı baz alınırsa, o dönem 4 bin civarındaki öğrencinin üniversitelerimizi tercih etmesine kıyasla bir sonraki sene 5 bin öğrencinin, bu yıl da 5 bin 800 öğrencinin KKTC üniversitelerini tercih etmesi başarısızlık değil, başarıdır.

 

Buna ilaveten Türkiye’de açılan üniversite sayısını dikkate alan yerli üniversitelerimizin iki yıl evvel bir “Tanıtım Konsorsiyum”u kurarak 3. ülkelerde tanıtım faaliyetlerine başlaması,  süreç içerisinde 3. ülkelerden gelen öğrencilerin sayısını 2 bin 500’den 7 bin 500’e çıkarmıştır.

 

Üniversitelerimizin direkt ve endirekt istihdam sayısı nüfusu 300 bini geçemeyen ülkemizde on binlerle ifade edilmesi ve en önde gelen sektör olması nedeni ile Turizm Bakanlığı’nın benzeri ve eşit hak, fon ve sübvansiyonlara sahip “Yüksek Öğrenim Bakanlığı”nın kurulması artık kaçınılmaz olmuştur.

 

Şunu da hatırlatalım; Türkiye’de artık Üniversitelerin harçları kademeli olarak kaldırılma yoluna gidilmektedir. Bu durumda bizimde yumurta kapıya dayanmadan tedbirlerimizi almamız gerekiyor. Aksi takdirde on binleri istihdam eden üniversitelerimiz, yüzleri istihdam eder hale gelebilir.