Önceki gün Çırağan Sarayı’nda küresel bir zirve gerçekleşti. 30 farklı ülkeden Müslümanlar bir araya geldi ve ne altyapısını ne içeriğini Müslümanların oluşturmadığı sosyal ağlarda ‘online’ durumda olan ‘ümmet’i bu dağınıklıktan kurtarıp ‘sırat’a uygun ‘istikamet’e sevk edebilecek bir ‘sosyal ağ nasıl olur’a dair bilgi ve fikir alışverişinde bulundu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yazılı, Malezya eski Devlet Başkanı Mahathir Muhammet videolu, Libya’da kurulan Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdul Jalil telefonla kutlama mesajı iletirken Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş heyecanını gizlemediği bir konuşma yaptı.

Pek çok katılımcı gibi onu da heyecanlandıran şey aşağı yukarı aynıydı: Sanayi devriminden bu yana Batı’nın gerisinde, onun taklitçisi konumunda kalan ve bu nedenle ne kendine gelebilen ne de maruz kaldıklarına itiraz edebilen İslam dünyası, tüm ‘ümmet’in ortaklaştığı ‘helal sosyal ağ’ üzerinden acaba güç ve amaç birliği yapabilir miydi? Bu yolla hem kendi sorunlarına, hem dünyanın ve de insanlığın içine düştüğü krizlere çözüm üretebilir miydi?

Geçen Ramazan’dan bu yana kulağımıza çalınan bu projenin adı Salamworld. Yönetim Kurulunda 17 ülkeden temsilci var. Yönetim Kurulu Başkanı Rusya Cumhuriyeti vatandaşı Abdülvahid Niyazov. Onun dediğine göre Moskova ve Kahire’de de merkezi bulunan Salamworld’ün esas üssü İstanbul olacakmış, Türkiye yükselen ülke olduğu için.

Niyazov, sitenin amacını tüm dünyada Müslümanlar arasında iletişimi sağlamak, gençleri zararlı içerikten koruyup helal ve faydalı olanla buluşturmak olarak açıklıyor. “Salamworld bir internet camisi değil ama bir internet mekanı. Herkese açık. Ümmet ile dünyanın geri kalanı arasında bir köprü’ diyor. Proje çerçevesinde ‘İslam altın dinarı’na dayanan bir ‘online helal alışveriş platformu’nun da kurulacağını söylüyor.

Ramazan’da hayata geçmesi planlanan Salamworld’un üç yılda 50 milyon katılımcıya ulaşmasının umulduğunu da belirtip kişisel notlarıma geçiyorum.

İşe ‘potansiyel var, ihtiyaç var, pazar da hazır, daha ne duruyoruz’ gibi ‘dinar’ çağrışımlı bir motivasyonla ‘bismillah’ dendiği sezilmeyecek gibi değil. (Bakınız: Konuşmaların satır araları). Bu, kınanacak bir şey değil elbette. Bir yere yatırım yapılıyorsa kâr amacı güdülmesi kaçınılmazdır. Ama bu güdülenmenin hepten bir ‘dinimiz der ki ambalajı’na sarılması da kasten yanıltmak gibi bir sonuç doğurmaz mı?

Başkan Niyazov, sermayeye ilişkin spekülasyonlara değinirken Salamworld’ün ABD destekli bir ‘ılımlı İslam projesi’ olmadığında ısrar etti. O ve ondan sonraki konuşmacılar o kadar çok, içinden ‘İslam şiddet dini değildir, radikallik fena bir şeydir, Müslümanlar terörden uzak durmalıdır’ geçen cümle kurdu ki, eşeğin aklı karpuz kabuğu düşünmekten çoktan ‘error’ vermiş olmalı.

Müslümanların Batı karşısındaki duygu durumu ve tutumu yeni bir evreye girmiş gibi görünüyor. Batıyı inkar evresi, hayranlık ve taklit evresi, öfke ve savunma evresinden sonra ona rağmen ama Batının kazanımlarından komplekse kapılmadan faydalanarak, özgüvenle kendini yeniden inşa etmeye niyet etme evresine geçildiğini düşünüyorum. Bu, başka bir yazının konusu ama Arap Baharı’yla kazanılan ‘siyasi güven’in İslam dünyasında büyük bir özgüvene dönmüş olduğunu ve muhtemelen her alandaki açılım için ihtiyaç duyulan ‘ilk tetikleyici’ hükmünde bulunduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Ne ki, bu hedef bir kuru hevese dönüşmesin, konjonktür koklamakta üstüne olmayan fırsatçılara izin verilmesin, imkanlar kifayetsiz muhterislerin elinde berhava edilmesin, koalisyon kardeşliği yüzüklere feda edilmesin.

(STAR)