Bir asır sonra kolladığı tarihi fırsatı Suriye'deki halk ayaklanmalarında yakalayan küresel güçlerin Ortadoğu'nun yeniden tasarımı ve bölüşümü takvimi hızlandıkça, bizler ve Ortadoğu halkları cehennemi zamanlara doğru yaklaşıyoruz.

Batı emperyal aklının 21. yüzyıl yeni sömürgeci versiyonu olan 'Arap halk ayaklanmalarını' içeriden ele geçirip kendi çıkarları doğrultusunda tüketerek yönettiği stratejisine...

Suriye'deki 'ayaklanmalar' sürecinde müdahil olan Türkiye'nin Suriye'de süren kanlı iç savaştaki aktif rolünün iyice belirginleşmesi ve dünya sisteminin çok aktörlü kapışma coğrafyası Ortadoğu'da, 'on yıllarca sürecek bölgesel savaşın eşiğine mi geldik?' sorusunu kaçınılmaz sorduruyor.
Suriye'deki mezhep ayrımcılığını kullanarak muhalif hareketleri zapturapta alan güvenlikçi devlet cüsseli Esad rejimine karşı muhalif halk hareketlerinin, Türkiye'nin başı çektiği Batılı güçler, Suudi Arabistan ve Katar finansörlüğünde 'silahlandırılıp' medyatik propaganda ve dezenformasyon desteğiyle rejimi içeriden çökertme sürecinin siyasi, diplomatik, ekonomik, toplumsal bumerang etkisini yaşamaya başladık.

Geçen pazar Gaziantep'teki vahşi bombalı terör eyleminden sonra iç siyasette otuz yıllık 'terörle mücadele' ezberlerini yeniden kıraat ederken 23 Temmuz'dan beri Şemdinli'de PKK saldırılarıyla 'süren savaş durumu', 100'den fazla şehit cenazesiyle tırmanan Türk-Kürt gerginliği, Kartal'da Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, Alevi derneği yakma girişimleri Ortadoğu'da girilen tarihi dik virajın Türkiye'deki projeksiyonları olsa gerekti...

Ve 'küresel terör milisleri ve Batılı istihbarat birimlerini' aylardır ağırlayan Türkiye'nin de bir iç savaşa doğru sürüklenme tehdidi giderek artıyordu.
Oysa ABD'li think tank'lerin iki ay önce hazırladıkları bölgeyle ilgili savaş oyununda Gaziantep'te bombalar patlayınca 'simülasyon' Türkiye Suriye'yi işgal ediyor ve Lübnan'dan sevindirici haber geliyor yani Şii/Sünni çatışması büyüyordu.                  

Diğer yandan dikkat çekici biçimde tam 17 ay sonra Esad rejiminin yıkılması için Türkiye'nin üstlendiği vahim rolün boyutlarını Batı medyasından okumaya başlamıştık.

Batı basınından Türkiye'nin Suriye'deki rejime karşı nasıl bir üs haline geldiğini ve El Kaide başta cihatçı, Suudi destekli Selefi örgütler olmak üzere Libya'daki muhalifler ve paralı askerlerin de yer aldığı muhalif güçlere eğitim ve danışmanlık hizmeti verildiğini öğreniyorduk.
Yani Türkiye'nin Suriye'deki muhalif halk hareketini Batılı emperyal plan doğrultusunda Suudi ve Katar desteğiyle nasıl manipüle ettiğini...
Ve Antakya ve Adana illerini 'yabancı istihbarat ve İslami silahlı örgütlerin' mesken tuttuğunu Türkiye'nin ise Suriye operasyonunu doğrudan yönettiği yazılıyordu.

The New York Times resmi kaynaklı haziran ayında çıkan haberinde Suriyeli muhaliflere Türkiye'nin güneyinden sevkıyat yapıldığı, mali kaynakların Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye olduğu ve CIA'in muhalifleri organize ettiği bildirilmiş ve Türk hükümeti yalanlamamıştı...
Washington Post Gazetesi ise El-Kaide'nin  Halep'te 300 militanı olan Türkiye'den para aldığını söyleyen El-Nusra Cephesi komutanıyla yaptığı söyleşiyi Antakya'dan geçiyordu.  

Bild am Sonntag gazetesinden Alman İstihbarat Servisi'nin (BND) Suriye açıklarında demirleyen gemilerde ve NATO İncirlik Üssü'nde istihbarat faaliyeti yaptığı, Britanya ve ABD istihbaratıyla koordineli olduklarını yazıyordu.

Özgür Suriye Ordusu'nda yer alan radikal İslamcı silahlı militanların korkunç linç ve barbarlıkları dehşet yaratırken, kelle başına 50 bin TL aldıklarını söyleyen bu çok parçalı silahlı güçler bile kendi aralarında kıyasıya otorite ve çıkar rekabetine düşerken, her an patlayacak etnik/dini bölgesel çatışmanın bombası olarak sınırlarımızdan girip çıkıyorlardı.

Açıkçası adeta üçüncü bir paylaşım savaşına dönüşme riskini taşıyan Ortadoğu'nun yeniden şekillenme sürecinde bugün Türkiye'nin bölgesel güç olması bir yana ulusal ve sınır güvenliğinin hegemonik güçlerin stratejik başarıları için feda edileceği anlaşılıyor...

(Akşam gazetesinden alınmıştır)