Türkiye, 24 Haziran 2018’de, çok az ülkede görülecek şekilde, tarihinin 32. genel ve ilk başkanlık seçimine gidiyor.

Türkiye ilk genel seçimini Osmanlı Devleti döneminde, 1876’da gerçekleştirdi. Bu seçimleri 1878, 1908, 1912, 1914 ve 1919 seçimleri izledi. Bu dönemde 6 kez seçim yapıldı.

Cumhuriyet döneminde ise, tek parti dönemi de dahil, 25 kez genel seçim yapıldı. Tek parti döneminde, 1923, 27, 31, 35, 39, 43 yıllarında olmak üzere 6 seçim gerçekleştirildi. Çok partili siyasal sistemin başladığı 1946’dan bu güne ise toplam 19 kez seçime gidildi. 24 Haziran 2018’de 20. kez seçim yapılacak.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret Bülbül’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz.

Türkiye’de ilk seçimlerin yapıldığı 1876’dan, son genel seçimlerin yapılacağı 24 Haziran 2018’e, 142 yılda, 32 kez genel seçim yapılmış olacak. Diğer taraftan, darbeler nedeniyle seçimlerin yapılamadığı ara dönemler de söz konusudur.

Farklı seçim dönemleri

Kuşkusuz her seçimin, ya da seçim dönemlerinin kendine has özellikleri vardır. Osmanlı döneminde yapılan seçimler, padişahlık gibi geleneksel, halifelik ve şeyhülislamlık gibi dini kurumların olduğu dönemde yapılan seçimlerdir. Türkiye, demokrasiye halifelik ve şeyhülislamlık gibi kurumların var olduğu bir dönemde geçtiği için Türkiye’de İslam ve demokrasinin uyumlu olup olmadığı tartışması pek yaşanmamıştır.

1923-1943 arasındaki seçimler tek partili seçimlerdir. Bu dönemde, muhalefet partilerine izin verilmese de, seçimlerin sürdürülmesi, Osmanlı döneminde başlayan seçim geleneğinin unutulmaması, Batı’nın Faşizme ve Nazizme kaydığı bir dönemde, biçimsel bile olsa seçimlere devam ediliyor olması açısından anlamlıdır.

Türkiye 1946’da çok partili siyasal sisteme yeniden geçmiştir. 1876-1943 arasında seçimler iki dereceli, 1946’dan bugüne kadar yapılan seçimler ise tek dereceli seçimlerdir. İki dereceli sistem, bugün ABD’deki sisteme benzer bir sistemdir. Bu sistemde, seçmenler, ikinci seçmenleri, ikinci seçmenler de milletvekillerini seçerler. İki dereceli sistem, esasen genel oya güvensizliğin bir ifadesidir.

24 Haziran 2018’de ise Türkiye, genel seçimlerle birlikte tarihinde ilk kez Başkanlık seçimini gerçekleştirecektir. 1876’dan bugüne hükümet seçimle gelen Meclis içerişinden çıkarken ilk kez milletvekilleri ile hükümeti kuracak olan devlet başkanı ayrı ayrı seçilecektir. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin neden gerekli olduğuna dair, 2017 referandumundan önce yazdığım “Etkin, İstikrarlı ve Güçlü Bir Türkiye İçin Cumhurbaşkanlığı Sistemi” kitabıma bakılabilir.

Seçimlerin anlamı

Demokrasi, gücünü esasen, içerdiği yöntemden değil, sağladığı meşruiyetten alır. Geçmiş dönemlerde siyasal sistemler için meşruiyetin farklı yöntemleri söz konusu idi. Gelecekte de başka yöntemler söz konusu olabilir. Ama günümüz dünyasında demokrasi siyasal sistemlere toplumsal meşruiyet kazandıran belki de yegane yöntemdir. Bu nedenle seçimler aracılığı ile bir siyasal sistemin, yönetilenler tarafından meşru görülmesi/onanması, devlet-millet kaynaşması/dayanışması açısından son derece anlamlıdır. Seçimler aracılığı ile milletinden güç alan siyasal sistemler hem içerde hem de uluslararası arenada daha güçlüdürler. Toplumsal meşruiyetleri olmayan siyasal sistemler için ise tam tersi bir durum söz konusudur. Bu tür rejimler içerde daha fazla baskı, insan hakları ve özgürlük ihlalleri ile ayakta kalırken, kendi toplumlarından güç almadıkları için dışarıya karşı daha zayıftırlar. Bu nedenle kendi toplumlarına karşı daha fazla küresel aktörlere dayanmak durumunda kalırlar.

Demokrasi-gelişmişlik ilişkisine bakıldığında, siyasal sistemlerin içerisinde yer aldıkları toplumlar tarafından meşru görülüp görülmemesinin ne kadar önemli olduğu daha rahat görülebilir. Bugün dünyanın en gelişmiş, müreffeh ülkeleri demokratik ülkelerdir. En sıkıntılı, sorunlu ülkeler ise anti-demokratik ülkelerdir. Bu açıdan bakıldığında bir ülkede barışın, huzurun ve istikrarın kaynağı, ekonomik gelişmişlik düzeyi değil, demokrasi, çoğulculuk, özgürlük gibi değerlere sahip olup olmamasıdır. Çünkü ekonomik gelişme ancak bu değerlerle mümkün olabilir. Barışın ve huzurun olmadığı yerde gelişme de söz konusu olmaz.

Demokrasi, özgürlük, çoğulculuk-ekonomik gelişme ilişkisine verilebilecek en somut örneklerden biri Türkiye’nin 2000’lı yıllardan sonra uyguladığı politikalardır. 28 Şubat Darbesi ve sonrasında uygulanan anti-demokratik ve baskıcı politikalarla Türkiye’de kişi başına gelir 2000 dolara kadar düşmüştü. 2000’li yıllardan sonra, daha özgürlükçü, demokratik ve çoğulcu politikalar uygulamasıyla Türkiye’de kişi başına gelir 10000 doları aştı.

Türkiye’nin ilk seçimini 1876’da yaptığı düşünüldüğünde, Türkiye’nin demokrasi tarihi pek çok ülkenin tarihinden eskidir. Bu 142 yıllık dönemde farklı rejimlere sahip olsa da, Türkiye esasen demokrasi çabasını sürdürmüştür. Geriye dönüp bakıldığında, antidemokratik uygulamalar açısından bir Alman Nazizmine ya da İtalyan Faşizmine yaklaşacak bir diktatörlüğe düşmemiştir. 2000’ler sonrasında ise demokrasi ve özgürlükler çıtasını yükselterek, vesayet arayışlarını geride bırakmıştır. Almanya, Avusturya ve Hollanda’nın bugün bile ülkelerinde Türkiyeli seçmenlerin oy kullanmak için ifade ve toplantı özgürlüğüne, siyasal haklara izin vermediği düşünüldüğünde Türkiye’nin katettiği mesafe ve demokrasi tecrübesi pek çok ülke için yol gösterici niteliktedir. Merak edenler, 142 yıllık tecrübesi, seçimlerin yargı denetiminde yapılması, siyasal partilerin aktif katılımı ve dileyen herkesin izlemesine açık olması nedenleriyle belki de dünyanın en güvenilir seçimlerinin gerçekleştirildiği Türkiye seçimlerini yakından izleyebilirler.