UĞRUNA İsrail’in Gazze’de taş üstünde taş bırakmadığı, çoluk çocuk, kadın demeden binlerce insanı öldürdüğü, Gazze’yi bir açıkhava hapishanesine çevirdiği asker Gilad Şalit’i bilmeyen yok. Aslında o belki bütün bu uzun ve kanlı oyunun en masum kahramanı, hatta kurbanı. Hamas tarafından kaçırıldığı günden beri.

Hamas’ın Şalit’i kaçırması, İsrail ordusunun Gazze’ye girmesi ve bütün bunlara rağmen bu askeri kurtaramaması sonrası, İsrail Türkiye’den arabuluculuk ve yardım istiyor.
Ve daha o zaman, yani 2006 sonu 2007 başında Türkiye devreye giriyor, Hamas’la görüşmeler yapılıyor, belli ilerlemeler sağlanıyor. Ama İsrail’in bir alışkanlığı var, aynı işi birkaç ülkeyle birlikte yapmak. Devrede başka ülkelerin de olması, pazarlığı kolaylaştırmıyor, tersine zorlaştırıyor, hatta içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bunun üzerine Türkiye devreden çıkıyor.
Türkiye devreden çıkıyor ama İsrail’in Gilad Şalit’i kurtarma çabası sona ermiyor. Taa ki bundan 7-8 ay kadar önceye değin.
Bundan 7-8 ay önce, Türkiye ile İsrail’in ilişkilerinin hiç de iyi olmadığı bir dönemde, İsrail hükümeti bir kez daha Türkiye’ye başvuruyor, Şalit’in kurtarılması için yardım istiyor. Çünkü Hamas’la pazarlıkta belli bir noktaya gelmişler ama görüşmeler bir kez daha tıkanmış. Türkiye bu tıkanıklığı aşmakta acaba yardımcı olur mu?
Konu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a aktarılıyor. Erdoğan çok net bir tepki veriyor bu talebe: ‘Konu insani bir konu, bizim İsrail politikalarımızla veya lişkilerimizle ilgili değil. Elimizden ne geliyorsa yapalım.’
Bu talimat üzerine Dışişleri Bakanlığı devreye giriyor. İsrail’den ellerindeki bütün bilgiyi Ankara’ya aktarması isteniyor. Bunun üzerine anlaşılıyor ki, o zamana kadar süren pazarlıklarda bir Batı Avrupa ülkesinin temsilcisi ciddi bir rol oynamış.
O Batı Avrupalı Ankara’ya geliyor, önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve üst düzey Dışişleri bürokrasisi ile görüşüyor ve elindeki bilgiyi aktarıyor, pazarlıkta gelinen son noktayı anlatıyor.
O andan itibaren, bir yandan Hamas’la bir yandan İsrail’le zorlu bir pazarlık dönemi başlıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı da devreye giriyor, arasının bozuk olduğu MOSSAD’la görüşüyor, Hamas’la görüşüyor, Mısır istihbaratı ile görüşüyor.
Bu mekik diplomasisi ve gizli temaslar yavaş yavaş meyvesini veriyor, pazarlıktaki kilitlenme hali sona eriyor, ilerleme sağlanıyor.
Pazarlığın bir tarafında Hamas’ın Suriye’de yaşayan lideri Halit Meşal var, diğer tarafında İsrail Başbakanı Netanyahu ve ortada da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Dışişleri ve MİT.
Pazarlığın kilitlenir gibi olduğu nokta, 27 Hamaslı kadının serbest bırakılıp bırakılmaması. Ama sonra bu mesele de aşılıyor ve birkaç gün önce Halit Meşal Suriye’den Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu arıyor, varılan anlaşmayı aktarıyor ve ‘Eğer sizin de bir itirazınız yoksa, bunu birkaç saat içinde duyuracağız, ilk siz bilin istedim’ diyor. Ahmet Davutoğlu ‘Bu tamamen insani bir konu, bu konuda yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim, anlaşmanız bizim için de uygundur’ diyor.
Ve bu konuşma sonrası hem Hamas hem İsrail Gilad Şalit’le ilgili varılan anlaşmayı duyuruyorlar.

Güne zamlarla uyanmak...

MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Vergiler artmadı, güncellendi’ diyor. Gereksiz bir semantik tartışma. Sabah hepimiz, bu ‘güncellenen’ Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) oranlarının zamdan başka bir sonuca varmayacağını biliyorduk.
Peki neden ‘güncellendi’ seçilmiş bazı ürün ve hizmetlere ilişkin vergi oranları?
Maliye Bakanı ve Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı, ‘Cari açığı azaltmak için’ diyor. Tabii bir de ‘ekonomiyi soğutma’ bahanesi var.
Daha dün ‘Enerji hariç cari fazla verdik’ denmiyor muydu? Yani enerji ithalatı rakamlarını düştüğümüzde cari işlemlerimizin bir aylığına açık değil fazla verdiği söylenmemiş miydi?
Esasen, enerji dışı ithalatın cari açıktaki rolü görece düşük. Ama enerji ithalatını caydıramayacağımıza göre ‘lüks’ kabul edilen şeylerin ithalatını caydıralım diye düşünmüş hükümetimiz.
Türkiye, ÖTV adı verilen vergiyi aslında Avrupa Birliği’nin istemesiyle, bu konuda AB standardına erişebilmek için koydu. Gümrük birliği sebebiyle gümrük vergilerinde artış yapılamıyordu, ama ÖTV ile iç piyasa düzenlenebilecek, bazen ithalat caydırılabilecekti.
Şimdi de onu yapıyoruz. Yüzde 100’ü aşan oranlar kullanıyoruz bazı ürünler için. Veya yüzde 80 vergi. Oranlar şaka gibi. Ama gerçek.
Bunun adı koruma duvarı, başka bir şey değil. Şimdilik ‘lüks’ten koruyoruz, yarın sıra muza da gelir mi, 80 öncesindeki gibi, bilmiyorum.
Oysa Ali Babacan ve Mehmet Şimşek de biliyor, aklı yeten herkes de biliyor, cari açığı düşürmenin yolu ithalatı sınırlamaktan, caydırmaktan geçmiyor; cari açığı düşürmek, hatta cari fazlaya çevirmek için katma değer yaratmak, yüksek katma değerli ürünlerin ihracatını gerçekleştirmek gerekiyor. Kalıcı ve olması gereken çözüm bu.
Taşeron üreticiliğin yanına kendi markalarımızı eklemekten, başkasının teknolojisini kullanan değil yeni teknoloji yaratan ülke olmaktan, özgün tasarımlar yapan ülke olmaktan geçiyor cari fazla vermenin yolu.
Hükümetimizin bu konularda hiç gayret sarfetmediğini söyleyemeyiz elbette ama ne yapılsa az gelecek onu da bilmek lazım.
Vergileri ‘güncellemek’ işin kolayına kaçmak.