Dilimiz yıllarca Türk-İsrail eksenine ya da ABD-İngiliz-İsrail eksenine alıştığı için, Türk-Kürt ekseni ifadesi oldukça yadırganabilir. Çünkü "eksen" içinde tanımladığımız iki toplum, yüzyıllara dayanan ortaklığa rağmen, neredeyse bir yüzyılı çatışma ile geçirdi.

Dolayısıyla "çatışma ve ayrışma"dan "yeniden ortaklığa" dönüş zihinlerde ve kalplerde devrim anlamına geleceği gibi, yaşadığımız coğrafyanın bütün güç haritasını da değiştirecek enerjiye sahip. Yirminci yüzyılın artıklarından kurtulup yeni bölgesel düzeni inşa etmenin yolu bu ortaklığa dayanıyor.

Geçtiğimiz hafta, "Türk, Kürt, Sünni" başlığı altında bu yeni duruma bir giriş yapmıştık. Tehlikelerine ve avantajlarına dikkat çekmiştik. Sanırım önümüzdeki dönemde konuyu, iki boyutunu de çokça tartışacağız. Sadece biz değil, uluslararası medya organlarındaki Irak ve Türkiye analizleri bu konu etrafında yoğunlaşıyor, "Türkler-Kürtler el ele" gibi başlıklar kullanılıyor.

Birkaç haftadır Türk dış politikası merkezli gelişmeler sadece Suriye, sadece Irak'ta siyasi kriz, sadece Nuri el Maliki'nin Türkiye karşıtı açıklamaları şeklinde sınıflandırılamaz. Bu kadar basit değil, en azından görüntü birkaç kare değil.

Yeni "harita"nın tamamını görmemiz, bundan sonraki eğilimleri okuma biçimimizi belirleyecek, algılama şansımızı da artıracaktır. Üstelik "yeni durum" sadece dış faktörlerin ya da aktörlerin dayatması ile de açıklanabilir olmaktan çıkmış, bölge ülkelerinin gelecek hesaplarıyla örtüşür olmuştur.

Türkiye'nin Iraklı Sünni lider Tarık Haşimi'ye sahip çıkması, Mesud Barzani'nin Türkiye ve ABD ziyaretleri, bu ziyaretlerle bağlantılı haber ve yorumlar, Irak içinde Sünni ve Kürtlerin Bağdat'a karşı ortak tavır almaları, Türkiye'nin İran kontrolündeki Maliki yönetimi ile yaşadığı huzursuzluk, Bağdat'tan yükselen "Türkiye düşman ülke" açıklamaları, Ankara'ya nota verilmesi ve daha bir çok gelişme, günübirlik temaslara yüklediğimiz anlamların çok ötesinde şeyler anlatıyor.

Türkiye ile Haşimi arasındaki dayanışmanın aynısı İran'la Maliki arasında yaşanıyor. Öyle ki, Bağdat'tan Türkiye'ye yönelik çıkışlar tamamen Tahran'da pişirilip Bağdat'tan servis ediliyor. "Tahran ekseni" Suriye yönetiminin ayakta kalması için var gücüyle mücadele ederken bir taraftan da "mezhep çatışması" tehdidi olduğunu söylüyor.

Oysa Irak içindeki ayrışmasının en önemli sebebi Maliki ve İran'ın ülkenin tamamını kontrol altına almaya dönük dışlayıcı yaklaşımları oldu. Haşimi hakkında tutuklama kararı çıkartılırken başka liderler için de suikast söylentileri dolaşıyor. Siyasi rakipleri tasfiye etmenin yöntemi siyasi rekabetten ziyade ortadan kaldırma olunca da Irak'ın birliği düşüncesi tamamen sahipsiz kaldı.

Dün Ankara'ya gelen Irak Meclis Başkan Usame Nuceyfi'nin "yeni sayfa açalım" çağrısına kendisinin bile inandığını sanmıyorum. Nasıl bir sayfa ve hangi güçle? Irak'taki kimlik eksenli ayrışmanın Suriye'de kimlik eksenli iç savaşın tırmandığı bir dönemde tekrar güç kazanması bir rastlantı değil. Ayrışma, ülke sınırlarını aşıp bölgenin geneline yayılıyor ve kötü olan bu durum ülkelerin dış politikalarını yönlendirir hale geldi. Şii olsun Sünni olsun her ülke "mezhep çatışması" tehlikesine karşı uyarılar yaparken nasıl oluyor da "tehlike" hızla geniş bölgeleri etkisi altına alıyor anlamak mümkün değil.

Şii-Sünni ayrışması, maalesef gelecek yılları etkisi altına alacak. Açık yüreklilikle itiraf etmemiz lazım ki, Şii ve Sünni çevreler üzerinde korkunç bir düşmanlık güç kazanıyor. Hemen her olumsuz gelişme düşmanlığı besliyor, birbirini boğazlayacak insan tiplerinin sayısı artıyor. Irak'ta gördüğümüz bu sağlıksız anlayış Türkiye'de bile güç kazanmaya başladı. Türkiye elbette Sünni ağırlıklı bir ülkedir ve siyasi tarihi Sünnilik üzerine şekillenmiştir. Ancak burada bizim endişe ettiğimiz, geleneğimizde olmayan, tecrübelerimize yabancı bir Sünni anlayıştır. Bu bakış en büyük zararı elbette bu ülkeye verecektir ve bir çok projede Truva atı işlevi görecektir.

Bunun dışında Türkiye ve Kürtler arasındaki yakınlaşma umarız "geçici" bir manevra değildir. Açık söyleyelim, Türkiye'nin geleceği de, Kürtlerin geleceği de iki toplumun ortak geleceğe yatırım yapmalarıyla güven altına alınacaktır. Selçuklu ortaklığı bazılarına göre "ürpertici" gelebilir. Ancak, Selçuklu bu coğrafyadaki etnik unsurları Osmanlı'dan çok daha güçlü bağlarla birleştirmiş bir tecrübedir.

Kısaca; ister etnik isterse mezhep eksenli olsun, bölgedeki bütün ayrışma ve çatışma tezlerine hayır diyor, Türk-Kürt dayanışmasından daha geniş ortaklıklara kadar bütün yakınlaşma çabalarını alkışlıyoruz.

Yüz yıldır ayrışma tezleri bu topraklara çok acı çektirdi. Önümüzdeki tek çözüm, yapabileceğimiz tek şey, ayrışma tezlerini ortaklık tezlerine dönüştürmektir. Tek yol haritası da budur...

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)