Geçen pazartesi sabahı İdlib’de M-5 otoyolu üzerinde güneye doğru gitmekte olan Türk Silahlı Kuvvetleri konvoyunun bir hava saldırısına hedef olup durdurulması hadisesi Türkiye’nin Suriye serüvenindeki en önemli kırılmalardan biri olarak hep hatırlanacaktır.

TSK konvoyu, İdlib’in güney sınırında Morik’te üslenmiş bulunan (9) numaralı askeri gözlem noktasının güvenliğini sağlamak ve ikmal yolunu açık tutmak üzere hareket halindeydi.

Bu saldırıda konvoyun önünde gitmekte olan sivil araca tam isabetle bir nokta atışı yaparak bütün konvoyun durmasına yol açan savaş uçağının kokpitinde kim vardı? Suriyeli bir pilot mu, yoksa bir Rus pilot mu?

Milli Savunma Bakanlığı’nın pazartesi günü bu olayı kınadığı açıklamasında saldırının öznesi boşlukta bırakıldı. Açıklamada (Esad) rejimin son dönemde İdlib’de gerçekleştirdiği saldırılar eleştirildi, ardından “Rusya’ya bilgi verilerek” Morik’teki (9) numaralı gözlem noktasına kuvvet intikali gerçekleştirilirken “konvoyumuza hava saldırısı düzenlendiği” belirtildi.

Metne göre, saldırıda konvoy bölgesinde bulunan 3 sivil ölmüş, 12 sivil de yaralanmıştı.

Açıklamada konvoyu kimin vurduğu sorusunun yanıtını bulmak mümkün değildir. Ancak metnin bütün tonu Milli Savunma Bakanlığı’nın bu saldırının sorumluluğunu Rusya’ya atfettiğini hissettiriyor. Rusya’ya bilgilendirme sabah 05.30’da yapılmış, hava saldırısı 08.55’te, yani yaklaşık 3.5 saat sonra gerçekleşmiştir.

Türk yetkililer, daha sonra yaptıkları açıklamalarda saldırıyı gerçekleştiren uçağın milliyeti meselesini geçiştirmeyi tercih etti. Türk basınında çıkan pek çok haberde konvoya Suriye Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir uçağın ateş açtığı yazıldı. Yabancı basında da durum pek farklı olmadı. Galiba pek çok insan, özellikle S-400’lerin Türkiye’ye geldiği bir dönemde Türk-Rus ilişkilerini kaplayan sıcak ortama bakarak, saldırıyı Rusların düzenlemiş olabileceği gibi bir ihtimali değerlendirmeye bile almadı.

Ankara’daki tecrübeli meslektaşımız Murat Yetkin, dün kendi blogunda bu konuda kaleme aldığı dikkat çekici bir yazıda kesin bir dille özneyi telaffuz etti. Buna göre, TSK konvoyuna ateş eden SU-22 tipi bir Rus savaş uçağıydı.

Aslında saldırıda ölen üç kişiden birinin adı fotoğrafı ile birlikte daha ilk günden sosyal medya hesaplarına yansımıştı. Bu, Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Feylak El Şam Tümeni komutanlarından Hüseyin Kasım’dı.

Henüz resmi bir teyit açıklaması yapılmamış olsa da, bütün işaretler Yetkin’in de yazdığı gibi Rusya’yı gösteriyor. Saldırının faili Rus pilotsa, Türkiye ile Rusya arasında ağır bir durumun ortaya çıktığını belirtmeye gerek yok. O zaman kabul edelim ki karşı karşıya gelenler, birilerinin vekilleri değil, doğrudan Türkiye ile Rusya’dır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin bu hadiseden sonra ilk kez dün konuştular. Bu konuşmanın ardından Erdoğan’ın salı günü Moskova’ya gidecek olması İdlib nedeniyle Ankara ile Moskova arasında yaşanmakta olan sıkıntının ne kadar büyük boyutlar kazandığını gösteriyor.

İki tarafın dünkü açıklamaları da yaşanan bu sıkıntıyı yansıttı. Cumhurbaşkanlığı’nın açıklamasına göre, Erdoğan, Putin’e “Rejimin İdlib’deki ateşkes ihlalleri ve saldırıların büyük bir insani krize yol açtığını, Suriye’deki çözüm çabalarına zarar verdiğini ve Türkiye’nin milli güvenliği bakımından da çok ciddi bir tehdide dönüştüğünü” belirtmiştir.

Üç milyon dolayında insanın yaşadığı İdlib’de kuzeye doğru şimdiden bir göç dalgasının başladığını dikkate aldığımızda, Ankara’nın sınırları boyunca büyük bir insani felaketin yaşanması ihtimalinden ne kadar rahatsız olduğu anlaşılabilir.

Açıklamanın önemi, İdlib’deki durumun ilk kez bu kadar kuvvetli bir ifade ile “Çok ciddi bir milli güvenlik tehdidi” olarak tarif edilmiş olmasıdır.

Ankara açısından bakıldığında, bu tehdidi yaratan ilk bakışta Suriye ordusunun ateşkes ihlalleri ve saldırılarıdır. Bu saldırıların önemli bir bölümüne doğrudan Rus Hava Kuvvetleri de katıldığına göre bu ulusal güvenlik tehdidinin -bu aşamada- önemli ölçüde Rusya’dan da kaynaklandığını teslim etmemiz gerekiyor. Türk konvoyunun bir Rus savaş uçağı tarafından vurulması da bu olgunun altını çiziyor.

*

Telefon görüşmesine ilişkin Kremlin’den yapılan açıklama farklı bir bakışı yansıtıyor. Bu açıklamaya göre, “Liderler söz konusu bölgeden gelen terör tehdidinin yok edilmesi adına ortaya koyulan ortak çabaların aktif hale getirilmesi ve Soçi mutabakatının yerine getirilmesinin sağlanması hususunda anlaştılar”.

Rusya açısından terörle kastedilen, BM’nin de terörist kategorisinde kabul ettiği Heyet Tahrir üş Şam (HTŞ) başta olmak üzere radikal cihatçı gruplardır. Dolayısıyla Kremlin’in açıklamasında radikal terörist grupların üzerine gidilmesi, bu çabaların “aktif hale” getirilmesi beklentisi dikkat çekiyor. Tersinden okunduğunda Ankara’ya radikal gruplara karşı “harekete geçelim” mesajı var.

Açıklamalara bakılırsa, Ankara’dan Moskova’ya ‘Saldırıları durdurun’, Kremlin’in yanıtında ise ‘Siz de radikal gruplara karşı bir şey yapın’ mesajları ön plana çıkıyor. Ancak her şeye rağmen Rusya liderinin “Soçi mutabakatının yerine getirilmesi” hedefine bağlılığını teyit etmesi, önümüzdeki dönemde İdlib’de ateşkesin yeni bir çerçevede yeniden tesis edilebileceğine ilişkin iyimser bir beklentiye de kapıyı aralıyor. Ya da Rusya böyle demekle birlikte sahada yine bildiğini okumaya devam edecektir.

Putin, İdlib’de ‘bildiğini okumak’ politikası ile Türkiye’nin güvenlik beklentilerini karşılama gereği arasında nasıl bir yol izleyecek? Bu sorunun yanıtı için Erdoğan’ın salı günkü Moskova gezisini sonuçlarını beklememiz gerekiyor.

(Hürriyet’ten)