Güzel Günler Göreceğiz\\\'in Anna\\\'sı, Al Yazmalım\\\'ın Ayça\\\'sı Nesrin Cavadzade seçtiği projelerde tekrara düşmemeye özen gösteriyor. Bunun da bir bedeli olduğunu söyleyen Cavadzade, \\\"Türkiye gibi küçük bir sektörde buna dikkat etmek bedel ödetiyor oyuncuya. Bir doğuluyu oynadım ve ondan sonra bana hep doğulu kadın rolleri teklif edildi. Ben de kendimi tekrarlamamak için üç sene televizyona hiçbir şey yapmadım\\\" diye belirtiyor
Cemal Şan\\\'ın Acı filminde dedesiyle yüzleşen genç kız, Dilber\\\'in Sekiz Günü\\\'nde köye kafa tutan Dilber ve bu karakterleri ete kemiğe bürüyen Nesrin Cavadzade... Oynadığı tüm kadınlardan birer parça taşıyor üzerinde. Hayata dair cümlesi olmayan hiçbir işe evet demeyen, insani ve vicdani duyarlılıkları küçük yaşta Bakü\\\'de kazanan ve ana dilim Rusça diyerek büyüyen asimile Azeri Cavadzade\\\'yle bu hafta vizyona giren ödüllü filmini, hayat kadını Anna\\\'yı ve Türkiye\\\'de öteki olmayı ve öteki kalmayı konuştuk.

Bu hafta vizyona giren Güzel Günler Göreceğiz filminde canlandırdığınız Anna ile En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldınız. Anna bir hayat kadını. Rolle ilk karşılaşmanız nasıldı?

Anna\\\'yı ilk okuduğumda hayat kadınına dair bilgi, bütün duygudaşlıklarımın en sonunda, belki hiç önemi olmayan bir noktadaydı. Senaryoda da, filmde de beş dakika dışında Anna\\\'nın ne iş yaptığına dair bir vurgu yok. Yaptığı mesleğe dair bir ayrıntı da yok doğal olarak. Bu yüzden Anna\\\'yı o gözle okumadım. Duygudaşlığımıza gelince birçok ortak noktamız vardı.

Nelerdi bunlar?


Göçmen olması ilk sırada yer alıyor. Çünkü ben de bir göçmenim. Biz de ailemle Bakü\\\'den göçtük. Sonra yabancı bir yerde daha iyi bir hayat için çabalaması, bir yerin dilini konuşamamak, İstanbul gibi büyük ve kaotik bir kentte yabancı olmak, yabancı olarak hayatta ve ayakta kalmaya çalışmak. Bütün bu duygularım ortaktı. Bir de bunlar bir oyuncu için seçimini renklendirecek ve katmanlaştıracak şeylerdi. Ben hep buradan baktım Anna\\\'ya. Bu yüzden ilgimi çekti, bu yüzden oynamak istedim. Yönetmenlerimizi de ikna etmem zor oldu. Çünkü onlar kara kaş, kara göz birinin ana dilinin Rusça olduğuna ikna olmuyorlardı. Onları ikna etmek için oditionda Sovyetler\\\'in marşını söylemek zorunda kaldım.

Siz bu inandırıcılığı nasıl yakaladınız? Türkiye\\\'de de böyle bir yargı var çünkü. Sovyetler\\\'den gelen kadınlar sarışındır ve onlara \\\'nataşa\\\' denir

Bir kere bu kelimeye büyük bir tepkim var. Ödülümü adarken de \\\'yalnız ve güzel kadınlara\\\' dedim. Bunun yerine \\\'nataşalara\\\' diye yazdılar. Oysa ki Natalie ya da Nataşa güzel bir kadın ismi. Ayşe, Fatma, Nil gibi. Ama Türkiye\\\'de Sovyetler\\\'le ilgili çok az bilgi var. O kadınlara bakış sığ ve dar. O kadınlar bakıcılık da, tezgahtarlık da, öğretmenlik de yaptılar. Topunu birden o isimle anmak ötekileştirici ve benim karşısında olduğum bir durum. O yıllarda büyük bir ekonomik sistem yıkıldı. Aslen doktor, ekonomist, öğretmen olan kadınlar dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Ve bambaşka hayat koşullarında mücadele verdiler. Anna da bu kadınlardan biri.
BİR TÜRK KADAR TÜRK OLMALIYDIM!

Siz Türkiye\\\'ye geldiğinizde neler yaşadınız? Siz de Bakü\\\'den geliyordunuz ve daha küçüktünüz.

Ben de bir göçmenim, ben de Türkçeyi bilmiyordum, ben de Sovyetler\\\'den geldim. Ana dilimin Rusça olduğunu düşünüyordum. Oysa öyle değil ben asimile bir Azeri\\\'ydim. Bakülüyüm. Müslüman\\\'ım. Fakat Sovyetler\\\'den dolayı 70 yıl bir ulus ana dilinin Rusça olduğunu varsaydı. Benim ailem 3 kuşak Rusça konuşuyordu. Azerice\\\'yi Türkiye\\\'ye geldikten sonra anladım. Bir yerde öteki olmanın ne demek olduğunu çok iyi anlarım. Anna\\\'nın öfke dolu olmasını anlıyorum. Çünkü ben de öfkeliydim. En az Türk kadar Türk olmak istiyordum, bir Türk kadar iyi Türkçe konuşmak istiyordum.

Bunu niye bu kadar fazla istiyordunuz?


Çünkü yabancı olmak istemiyordum. Bir yerin yabancısı, ötekisi olmak çok zor ve yorucu. Biz Türkiye\\\'yi hep misafirperver insanlarla tanıtıyoruz. Ama içinde yaşayınca Türk halkının aynı zamanda birçok hassasiyetinin olduğunu, çok çabuk ötekileştirdiğini görüyoruz. Kendinden olmayanı çok çabuk dışlayan insanlar var. Linç kültürü fazla, hemen galeyana gelebiliyoruz ırk olarak.

Peki, tüm bunlara rağmen güzel günler görecek miyiz?

(Gülüyor) Tabii, filmin ismi ironik. Bütün bir film bir önerme aslında. Filmin 5 ana karakteri var. Bu beş kişi o günü atlatabilirlerse güzel günler görecekler. Birbirlerinden bağımsız hayatları var ama arada yolları kesişiyor.

Anna duygusal anlamda nasıl bir kadın?

Senaristimiz de hep Anna\\\'nın anaçlık duygusuna vurgu yaptı. Anna bütün film boyunca bir çocuğu kurtarmaya çalışıyor. Bu çocukla İstanbul\\\'un kaos dolu sokaklarında bir debelenme yaşıyor. Kendi olası güzel günlerinden feragat ederek o çocuğu kurtarmaya çalışıyor. Anna ismi anayı çağrıştırdığı için seçmişler.

Bu rol size bir ödül de kazandırdı. Ödül oyunculuk kariyerinizde belirleyici mi?

Ödüller beni motive ediyor. Alındığı zaman hoş olan, alınmadığı zaman unutulan şeyler. Ana motivasyonum ödül almak değil. Her şeyden önce cepten yememek, iyi yaptığımı bildiğim şeyleri tekrar etmemek, bilmediğim alanlarda bilmediğim cesaretlerle bir şeylerin içine atlamak beni asıl motive eden yeni karakterlerdir.

Anna\\\'yı ilk okuduğunuzda yapamayacağınızı düşündünüz mü?

Büyük bir iddiayla yapacağımı söyledim. Taklalar attım. \\\'Ben yaparım, benim ana dilim Rusça, benden daha iyi kim yapabilir?\\\' dedim ama tüm bu havalar setin ilk günü söndü. Sette çekimler esnasında tam bir baş belasına döndüm.

Yangın Var, Güzel Günler Göreceğiz ve Al Yazmalım aynı anda süren işlerdi. Yangın Var\\\'ın Asya\\\'sı zihinlerden silinmeden yeni bir filminiz vizyonda. Bu bir oyuncu için risk mi?


Benim için gurur verici bir şey, riskten öte. Yangın Var\\\'da entelektüel bir Kürt kadınını, Güzel Günler Göreceğiz\\\'de Anna\\\'yı ve Al Yazmalım\\\'da bütün Mudanya\\\'yı birbirine karıştıran Ayça\\\'yı oynuyorum. 3 karakterin birbiriyle en ufak bir alakası yok. Anna\\\'nın takma tırnaklarını söktüğüm gün, aynı kuaförde Asya\\\'nın kaynak saçları takıldı kafama. Güzel Günler Göreceğiz 17 günde çekilmeliydi, imkanları dardı. Bu 3 projenin arasında bana ait tek bir gün bile yok.
NESRİN DAHA CESUR

Karakterlerinizin hepsi birbirinden farklı, bu anlamda tekrarda değilsiniz

Hep aynı rolleri oynamamaya dikkat ediyorum. Türkiye gibi küçük bir sektörde buna dikkat etmek bedel ödetiyor oyuncuya. Kendimi tekrarlamamak için 3 sene televizyona hiçbir şey yapmadım. Bir doğulu oynadım ve ondan sonra bana hep doğulu kadın geldi.

Aynı rolleri seçmiyorsunuz ama aynı yönetmenle birkaç film çektiniz. Mesela Cemal Şan. Size Cemal Şan\\\'ın oyuncusu diyebilir miyiz?
Ben Cemal Şan\\\'la mutlaka çalışmaya devam edeceğim ama onun oyuncusu değilim. Mesela Penelope Cruz da Almadovar\\\'la çalışır. Hiçbir yönetmenle Almadovar\\\'la olduğu kadar iyi olduğunu düşünmüyorum. İkisinin dünyası birbirine çok uyuyor. Ama benim sadece Cemal Şan\\\'la çalışma isteğim hep var. O beni düşündüğü sürece, senaryo yazarken beni tercih edecekse elbette kabul edeceğim.

İstanbul hem melek hem şeytan

İstanbul\\\'a küçük yaşlarda geldiniz. İlk geldiğinizde ne düşünmüştünüz?


Gerçekten çok büyük demiştim. Taksim\\\'de bir otelde kalmıştık annemle. Şehri görmek için el ele çıkmıştık. Beyoplu\\\'nun başına kadar, Saray Muhallebicisi\\\'ne kadar gelmiştik. Annem çok gittik geri dönelim demişti. Bakü\\\'yle karşılaştırıldığında çok büyük ama bir yandan da kendine ait bir büyüsü var. Ne onunla yapabiliyorsunuz, ne de onsuz.

Nasıl tanıdınız şehri?


Yavaş yavaş, yaşaya yaşaya, okula gide gele tanıdım. İlk başta merkezi yerleri tanıdım. Taksim, Nişantaşı, Şişli\\\'yi. Ama daha sonra varoşunu da gördüm. Gerçekten İstanbul\\\'un iki yüzü var; şeytan ve melek. Boğaz\\\'a bakıyorsun \\\'Bundan daha güzel yer yok\\\' diyorsun. Sonra sanayi bölgelerine yolculuk ettiğinde \\\'Çok çirkin, aman Allah\\\'ım her yer beton\\\' diyorsun.

İstanbul\\\'da nereleri gezmeyi seversiniz?

Cihangir\\\'de oturuyorum, seviyorum da burayı. Mahalle havasını seviyorum ama bir yandan da çok kafeleşti. \\\'Soylulaşma\\\' dedikleri şey işte. Yakında Tarlabaşı da ikinci bir Cihangir olacak sanırım. Buna üzülüyorum. Mesela Balat\\\'ta dolaşmaya da bayılırım ama orası da kentsel ya da rantsal dönüşümün kurbanı oluyor.
Filmlerimin derdi olmalı

Daha cesurum dediniz. Rol seçiminizde bir sınır var mı?

Yeter ki bir şeye hizmet etsin. Yeter ki bir cümlesi olsun hayata dair. Yeter ki bir derdi olsun hayatla. Onun dışında ne kadar cesur o kadar iyi. Ne kadar zorluyorsa o kadar iyi. Ben tam tersi bir şey işletiyorum yani.

(Yeni Şafak)