Hizmet medyasında köşe yazan adam “Türkiye muz cumhuriyetidir” diye bitiriyor yazısını.


Böyle bir cümle Avrupa’da herhangi bir politikacı tarafından söylense “Türkiye düşmanı” diye okunacağını bile bile.


O medyada, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AB gezisinden eli boş dönmesi, AB çevrelerini “ikna edememiş” oyması adeta temenni ediliyor ve geziden o tarz bir haber çıkarmak için adeta çaba sarfediliyor.  


MİT TIR’ları Türkiye’nin son zamanlarında kimin nerede durduğunu test eden adeta bir turnusol haline geliyor. Bir ana muhalefet lideri “MİT’in silah kaçakçılığı yaptığı” imasında bulunuyor. MİT ve TIR haberleri, Hizmet medyasında adeta sahip çıkılan bir operasyon niteliğinde takdim ediliyor.


İnsan ister istemez soruyor:


Bütün bunlar Tayyip Erdoğan düşmanlığı ile mi ilgilidir?


Tayyip Erdoğan
 düşmanlığı adına Türkiye’nin çıkarlarını vurmak da mücadelenin yöntemleri arasında mıdır?

Ve bu mücadelenin nihayetinde beklendiği gibi Tayyip Erdoğan’a diz çöktürülemezse ne yapılacaktır? Mücadele, göğüs göğüse savaş halinde kaç yıl sürdürülecektir? Bu mücadele sürecinde Camianın ödeyeceği bedel, göze alınmış mıdır?


...


Şu ana kadar, Tayyip Erdoğan’ın toplumsal karşılığında belirgin bir aşınma gerçekleşmiş değildir. Aksine Başbakan’ın, “Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türkiye’nin hedef alındığı algısı dolayısıyla” değişik sebeplerle kendisine oy vermeyen çevrelerin bile desteğini alma ihtimali devreye girmiştir.


Üstelik, şu anda, Camia’nın böyle, taşıyamayacağı bir savaşın içine itilerek bitirilmek istendiği gibi bir değerlendirme de bir çok zeminde ciddi olarak tartışılmaktadır.


Ben şu ana kadar Camia’nın bu savaşın sonunda, yara bere almadan, büyük bir zaferle çıkacağına dair bir yorum duymadığımı belirtmeliyim.


Ben de ısrarla, Hizmet medyasının “savaş dili”nin Camia’ya taşıttırılmasının büyük vebal olduğuna işaret ettim.  


“Tayyip Erdoğan değişti, onun için savaş bayrağı açtık”
tarzında, savaşı Camia tabanında meşrulaştırma eğilimi, yine Tayyip Erdoğan’a, bu defa başka bir cenah tarafından yöneltilen “Bunları devlet bünyesinde paralel yapı haline siz getirmediniz mi?” söylemi karşısında pek tutarlılık arzetmiyor.


Camia medyasına, GYV’nin diline ve en son Fethullah Hoca’nın Wall Street Journal’deki mülakatına yansıyan “seküler siyasi dil”,  hem bir “sivil toplum”, hem dini bir başlangıçtan yola çıkan bir “Cemaat dili” olmaktan çok farklı bir mahiyet taşıyor. Hizmet medyasındaki gittikçe artan CHP  ağırlığı da, içine girilen süreçte Tayyip Erdoğan’la hesaplaşmak için hem kimlik başkalaşması”nın, hem CHP ile yakınlaşmanın bile kabullenileceği sonucunu doğuruyor.


Bu süreçte, hem “Tayyip Erdoğan’ın başarısını önemseyen” islami çevrelerde, hem de “Tayyip Erdoğan’ın kaybını, bunun için de İstanbul gibi sembol şehirlerde CHP’li adayın (Sarıgül’ün) seçimi almasını önemseyen” çevrelerde  en çok konuşulan konunun “İstanbul’u kim kazanacak?” sorusu olduğu biliniyor.


Belli ki İstanbul seçimi, bir Tayyip Erdoğan seçimi olacak. Ve tahmin etmek zor değil ki, Hizmet Camiasının savaş dilini benimseyenler, bu seçimde Tayyip Erdoğan’ın başarılı olmasını istemiyor. Tıpkı Brüksel’den dönerken, bir başarı hikayesinin yazılmasının istenmediği gibi.


Ben bu seçimde savaşçı çevrenin, Hizmet’in tabanı ile bile uyum arzetmediği kanaatindeyim. Kaldı ki, diğer hemen tüm islami muhitler, İstanbul’un kaybını büyük bir felaket olarak değerlendiriyorlar. 31 Mart sabahı “kaybedilmiş bir İstanbul” sonucu, Türkiye’de kimi sevindirir, kimi üzer, bunu düşünmek bile, ortaya çıkacak durumda, Hizmet adına savrulmayı çok net olarak gösterecektir.


Ama şu ana kadar görünen siyasi akışa baktığımda benim gözlemim, Tayyip Erdoğan’a halkın sahip çıkacağıdır. Bu, insanımızın büyük çoğunluğunun 1950’den beri sergilediği siyasi basiretinin yansıması olacaktır.


Bana göre Erdoğan’a karşı dindar bir camiaya yüklenen savaş misyonu, bizatihi, kendi kendine karşı verilen savaş misyonudur. Camia Tayyip Erdoğan’a vurdukça, kendi bünyesine vurmuş olacaktır. Ne kadar garip bir misyondur bu.

(Star)