Tayfun Talipoğlu`nu o kısık sesiyle okuduğu şiirlerden hatırlarsınız.
Duygusal ses tonu bizleri romantizmin, sevecenliğin doruklarına çıkarırdı. Ölüm haberini alınca, içim burkuldu, boynum büküldü…

Elli Beş yaşına, inişli çıkışlı, koca bir ömür sığdırdı.
Yıllarca omuz omuza muhabirlik yaptık. Kah Doğu`nun karlı yollarında, kah güneyin kıvrık, nem kokan koylarında, haber peşinde koştuk.
Televizyon programlarına “Yol hikayeleri” yle farklı bir soluk getirdi. Yaşını sorduğu çocuklardan en çok “Sekiz yaşındayım” diyenini sevdik. Anadolu`nun hüzünlü hikayelerini en iyi o anlattı.

Çoban ateşlerinde, Yörük çadırlarında sevdik O`nu. Bürgülü kadınları en güzel O konuşturdu, tırpan sallayan köylünün alın terini, üretmenin sevincini hep O`nun kamerasından, O`nun mikrofonundan yeniden yaşadık. Unuttuğumuz köy odaları, bağ bozumları, “imece” kelimesinin anlamı yeniden şekillendi Tayfun Talipoğlu`nun yorumlarında. Adı Tayfun`du ama nedense köylüler O`na hep “Talip Abi” derdi. Soyadı daha akılda kalıcıydı galiba. Arada bir beni de çevirip, “Geçen yıl Talip Abi bizim köydeydi”, “Talip Abi buraya uğradı” diyenler olurdu.

Küçük kızım, Sena Almıla, Ankara`da bir özel okulda burslu okuyordu. 2009 ya da 2010`du. Okul yöneticileri beni arayıp, mezuniyet gecesine, Tayfun Talipoğlu`nu çağırmamı rica ettiler. Aradım, hiç ikilemedi. Tunus Caddesi`ndeki ofisinden gidip kendi arabamla aldım. O akşam ilkokulu bitirmeye hazırlanan çocuklara en çok sevgiden bahsetti. Kardeşlikten, arkadaşlıktan, vefadan söz etti. Buğulu sesiyle şiirler okudu.
Tayfun’la siyasi yelpazemiz farklıydı. O daha çok, rüzgarların sol yanağını okşamasından hoşlanırdı, ben sağdan esenlerden haz ederdim. Aslında Tayfun hiçbir zaman radikal solcu olmadı. Solculuğu, Laik-Demokrat-Kemalist çizgideydi. Siyasal`daki öğrencilik yıllarını ayrı tutarsak, Solcu`dan çok katı bir “Atatürkçü” olarak tanımlamak daha doğru olur Tayfun Talipoğlu`nu. 

Bir dönem, Ak Parti`den Çankaya Belediye Başkan Adayı olması bile gündeme gelmişti. Ama ne olduysa bu adaylık gerçekleşmedi. Hatta bu teklifte bulunanın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olduğunu biliyorum. Ben de yanındaydım. Melih Bey, telefonda Tayfun ile konuştu. “Çankaya için Başkan adaylığı önerdim, kabul etmiyor, dedi. Tayfun, “Ben sizden aday olsam beni düdüğe koyup üflerler. Hem de size zarar veririm. Benim yaşantımı biliyorsunuz” demiş. Ak Parti yöneticilerinin büyük çoğunluğunun da Tayfun`la dostluğu-arkadaşlığı vardı. Refah Partisi döneminde de Tayfun, Milli Görüş`e düşmanlık yapmadı hiç.
Ak Parti`ye bir dönem çok sıcak baktığını biliyorum. 2008`de TRT`de Bam Teli Programı`nı yapmaya başlaması da ancak bu iyi ilişki ile izah edilebilir. Yanlış hatırlamıyorsam aynı yıllarda TRT`de bir de yarışma programı sunmaya başladı. 

Tayfun, 2008 yılında verdiği bir roportajda,” “AK Parti'yle aynı paralelde düşünen bir insanım. Çünkü AK Parti Türkiye'de dışlanan, ötekileştirilmek istenen, mağdur edilmek istenen kesimlerin partisidir” diyordu. Yani resmen Ak Parti`li olduğunu söylüyordu. 

Sonra birden bire her şey değişiverdi.Tayfun , Ak Parti`ye karşı katı muhalefete başladı. Peki neydi Tayfun`u böyle değiştiren? Tayfun`un çalıştığı yıllar, daha sonra FETÖ`cü olmakla suçlanan ve kimilerinin de tutuklandığı yöneticilerin TRT`de muktedir olduğu dönemdi. FETÖ`cüler Tayfun`a da kanca atmışlardı anlaşılan. Tayfun TRT`den sonraki dönemini, “aslıma döndüm” diye izah ediyordu.

Berkin Elvan`ın ölümünden sonra çekilen, “Sokağa Çıkın Hayatı Durdurun” klibinde yer aldığını görünce, “Nasıl olur? Tayfun bunu nasıl yapar” diye saçımı başımı yolduğumu hatırlıyorum. Ama yapmıştı. Hele hele, İzmir`de, “Şehit Selim Kiraz için de bir klip çekilse oynar mısınız?” sorusuna, “Hayır” yanıtını verdiğinde, “Sen bu değilsin Tayfun” dediğimi hatırlıyorum. 
Son görüşmemiz, sanırım 5-6 ay önce telefonla gerçekleşti. O beni aradı ve ortak dostumuz olan bir gazeteci arkadaşla ilgili, “Benim hakkımda ileri geri konuştuğunu söylediler. Senin kulağına gelen bir şey var mı?” diye sordu. Kulağıma bir şey gelmemişti. “Dedikodulara aldırma iyi çocuktur. Senin aleyhinde konuşacağını sanmıyorum” dedim. Ama kızgındı ve sakinleşemiyordu. “Niye kendisine sormuyorsun?” dedim. “Soracağım soracağım” diyerek kapattı telefonu. 

Tayfun Talipoğlu`nun hikayesi ilginçtir. Gazetecilik mesleğinde, gazetecilikle ilgili üniversitelerde okumadığı halde, gazeteci olanların sayısı bir hayli fazladır. Ama piyanist şantörlükten gazeteciliğe geçen belki de tek isimdir Tayfun. Aslında Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi baba bir okuldan mezundur. 1983`te bitirdi. Kaymakamlık sınavlarına girdi ama “Solcu” diye kaymakam yapılmadığını söylerdi hep. O da müzisyenliği seçmişti. Pavyonlarda çalıştığını açık açık söylerdi. Sonra Milliyet`te muhabirliğe başladı. Bizim tanışmamız da o dönemdir. Yanılmıyorsam, 1987 ya da 88`di. Sonrasını biliyorsunuz. Birçok gazetede televizyonda çalıştı. Konserler verdi, konferanslarda konuştu.
Ne olduysa, Tayfun Talipoğlu, merkez medyadan koptuktan sonra oldu. 
TRT`de 2008`de Bam Teli`ni ve “Nasılsınız” adında bir yarışma programı sunmaya başladı demiştim ya… 2010`a kadar bu programları sürdürdü. Sonra, CHP`liler Meclis`te Tayfun`un TRT`den fahiş miktarlarda para aldığını öne sürerek, soru önergesi verdiler. TRT Genel Müdürü, o dönem Tayfun`un 100 bin lira maaş aldığını açıkladı ki, bu rakam bayağı yüksekti. Tayfun sonra kızdı ve istifa etti. Ama ilişkilerini bozmadı. Ne TRT ile ne de iktidarla. İlginçtir ki, 2015 seçimlerinde kendisi hakkında soru önergesi veren CHP`den gitti milletvekili adayı oldu. (Aydın`da 5. Sıraya koydular seçilemedi)

Hatta 2014 yılı sonlarıydı sanırım. Aile Bakanlığı`nda, bir daire başkanının odasında Tayfun ile karşılaştım. Kendi şirketlerinden biri adına, bakanlığa bir proje teklifi verdiğini öğrendim. Yani 2014`e kadar Tayfun, Aile Bakanlığı`na bir proje teklifi verecek kadar iktidarla iyi ilişkiler içindeydi. O proje ne ile ilgiliydi, kabul edildi mi edilmedi mi bilmiyorum.

Gezi olayları ile birlikte Tayfun`un iktidara karşı sert muhalefetiyle tanıştık. Tayfun Gezi eylemcilerine destek veriyor, tvitler atıyor, hükümete meydan okuyanlar arasında yer alıyordu. Ondan sonra da zaten safını belli etti ve Ak Parti`nin amansız karşıtlarıyla dost oldu. Halk Tv`de yaptığı programlarda artık hedefinde Erdoğan ve Ak Parti vardı. Sonra İzmir`e yerleştiğini biliyorum. Ya da hem Ankara`da hem de İzmir`de evi vardı.

İnternet sitelerine düşen son dakikalardan öğrendim öldüğünü. Telefon elimde kalakaldı. Ekranda o hep bilindik fotoğraflarından biri… Benden bir yaş büyüktü. Elli beş yaşında çekip gitmişti işte. O gecenin (20 Mart`ı 21 Mart`a bağlayan gece) son gecesi olduğunu tabii ki bilmiyordu. “Bilseydi ne yapardı?” diye düşündüm. Hiçbir şey gelmedi aklıma. Sonra, “Ben bilsem bu gece son gecem, ne yapardım?” diye geçirdim içimden. Yine aklıma bir şey gelmedi. Bir geceye ne sığdırabilirdi ki bir insan? Bir ömre sığdıramadığın şeyleri bir geceye, birkaç saate sığdırmak mümkün müydü? Oysa yaşadığımız her günü, geceyi, sonmuş gibi düşünmek belki çözüm olabilirdi… Bir gün de bin yıl da yaşasak sonunda Hakk`a yürüyeceğimizin farkında olmak mutlu edebilirdi ancak bir insanı.

Tayfun da, hiç ortak yönümüz olmadığı halde arkadaşımdı. Özellikle, 17-25 Aralık`tan sonra saflarımız farklıydı. O içinde gezi ruhunu barındıran duygularını yeniden uyandırmıştı, ben hayat boyu yanında durduğum değerlere sahip çıkmayı sürdürmüştüm. Allah Rahmet eylesin. 

(beyazgazete.com)