7 Ağustos 1930 tarihli gazete manşetlerinden bir iki başlık vermek istiyorum: "Doğu'da durum: Bu olay bir gerici yobazlık değil, bir öç alma ve bağımsızlık ayaklanmasıdır". "Kürt isyanı mutaassıp Kürt'ün garplılaşan Türk'e ayaklanmasıdır". "Hoybun Cemiyeti 1927'de Kürt istiklâlini kararlaştırmış ve geçici merkez olarak Ağrı'daki Ava'yı seçmiştir". "Kürt reislerinden Emir Süreyya demiş ki 'Türklerle Kürtler arasındaki harp, Kürtler amaçlarına varıncaya kadar sürecektir."

Bu başlıklar bize Leyla Zana'nın iki gün önce yaptığı açıklamaların 90 yıllık bir sorunun çözümünde ne kadar önemli bir tarihi dönemece işaret ettiğini ortaya koyuyor: "En küçük bir umut bile olsa bu umuda sarılmalı, umudu büyütme imkânını aramalıyız. Her gün gençlerimiz ölüyor. 10 sene sonra yeniden çözüm aradığımızda binlerce çocuğumuzu kaybetmiş olacağız. Siyaset umudu koruma sanatıdır. Herkes elini taşın altına koysun, ben de elimi taşın altına koyuyorum..."

Leyla Zana'nın Radikal ve Hürriyet'e yaptığı bu açıklamalardaki öz eleştirel yaklaşımı, bağımsız bir ses de olsa, çözüme doğru bir adımdır ve bu adımın iyi değerlendirilmesi gerekir.

Leyla Zana Bağımsız Birleşik Kürdistan yerine Türkiye ile birleşik yaşam politikasından söz ederek "gençlerin ölmesini hiçbir vicdan kabul edemez" şeklindeki sözleri ile sağduyulu bir ses olarak tarihe not düştü. Ayrıca Zana'nın Kürt sorununda şiddet dışında çözüm görmeyenler tarafından hain ilan edilme pahasına gerçekleri söyleme cesaretini göstermesini çok değerli buluyorum.

Hasip Kaplan'ın Zana'yı onaylayan tek kelime etmeyip onun BDP'li değil, bağımsız olduğunu hatırlatması gibi detayların Zana'nın bu çıkışının toplumda uyandırdığı pozitif etki yanında hiç bir değeri olamaz.

"Hepimizin yapması gereken, Başbakan'ın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir" diyen Zana tarihi bir açıklama yapmıştır. 1991'de Meclis'te Kürtçe yemin etmesi ile Kürtlerin siyasi taleplerini gündeme getirmiştir. Şimdi de mekanize olmuş Kürt siyasetini eleştirerek benzer bir tavrı göstermektedir. Bu sefer barış adına, gelecek on yıllarda Kürt ve Türk çocuklarının ölmemesi adına bunu yaptığını söylemektedir. Herkesin şiddeti kanunlaştırdığı bir coğrafyadaki bir hareketin içinden bunları söylemenin kolay olmadığını hepimiz biliyoruz. Barış siyasetini savunan sözlerinden dolayı kendisine selamlarımı iletiyorum. Sofralarımızın ölümü değil, hayatı savunan herkese açık olduğunu da söylemek isterim.

İRADİ SÜRGÜN/ÖFKE SELİ YERİNİ DENGEYE BIRAKTI MI?

Şike savcısı olarak tanınan Mehmet Berk ile yapılan röportajda dikkatimi çeken noktalar oldu. Berk, "Fenerbahçe'yi cemaat mi ele geçirmek istiyor?" iddialarına üç gün güldüğünü, kahve sohbetlerinin gazete manşetlerine çıktığını ve hiç birisinin de gerçeği yansıtmadığın söylüyor. "Eşim geliyor eve, diyor ki, Mehmet ne zaman cemaatçi oldun, benim niye haberim yok? 12 yıllık evliyim ben. İnsanların aile hayatına bak, evine bak, düzenine bak, ne olacak? Ben torbacı adam alıyorum, uyuşturucu torbacısı, adam diyor ki bu cemaat operasyonu. Fuhuştan adam alıyorum. Afedersin kadın satıyor, diyor ki cemaat operasyonu. Ne olacak? Bunu dediğiniz zaman iş bitiyor. Bir şeyin olduğunu ispat etmek gerekir, olmadığını bir insan ispat edebilir mi?"

Berk'in bu sözlerini okurken bildiğimiz STK, siyasi parti, dini grup, vs kategorilerinin hiç birisinin altına girmeyen Cemaat'in mitleştirildiğini düşünmeden edemedim. Cemaat'i biliyoruz, tanıyoruz, ancak Cemaat için üretilenler "gerçek" midir, yoksa "şehir efsanesi" midir, bilemiyoruz. Bir fitne şüphesi aramızda dolanıp duruyor...

Fethullah Gülen'in de Amerika'da olması bu mitleri daha da çok besliyor diye düşünüyorum. Bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın Türkçe olimpiyatlarında yaptığı çağrının önemine inanıyorum. 1999 yılında sağlık gerekçeleri ile yurt dışına çıkan, sonraki gelişmeler çerçevesinde kendi deyimi ile iradi sürgün yaşayan Fethullah Gülen'in, Türkiye hasretini kendisini ziyarete gelen herkese ifade ettiği biliniyor. Yaptığı sohbetlerden Türkiye'ye dönmek için "öfke selinin dinmesini" beklediği ortaya çıkıyor. "Öfke halinin dengeyi tahrip ettiğini" söyleyen Gülen'e Başbakan'ın "biz, gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz" sözleriyle son derece zarif bir üslupla yaptığı davet, hem cemaat'in mitleştirilmesinin önlenmesi, hem de Türkiye'de dengeye işaret etmesi açısından önem taşıyor.

Fethullah Gülen'in iradi sürgünü sürdürüp sürdürmeme kararı, topyekun birçok soruya cevap teşkil edecek.

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)