Sevgili Okurlar,

 Sizlere seslenebildiğim bu satırlar beni öylesine mutlu ediyor ki! Hepimizin bir olduğu bu evrende, bir kişinin ufacık bir sevinci, ufacık bir yeni bilgisi ya da yeni bir farkındalığı, bir kelebek kanadı misali büyük bambaşka kişilerde bambaşka açılımlar, güzellikler yaratabilir. İşte bu yüzden, derneklerde verdiğim konuşmalar ve de düzenlediğimiz ufak toplantıların ve bu yazılarımın değeri çok büyük! Paylaştıkça ve yeniliklere açık olup öğrendikçe gelişiyoruz. Ve birimizin gelişimi, hepimizin gelişimi, aydınlanması ve ışıması anlamına geliyor! Tek çözümümüz ise, kendimize ve çevremize, hayatımıza sevgi ile yaklaşmak! Yaptığımız işi severek yapmak, özenerek yapmak, ilişkilerimizi sevgi üzerine kurmak! Hayatımızda sevgiyi temel almak!

Hoşgörü sahibi olabilmek, esnek düşünebilmek, açık kalpli olabilmek, herkesi olduğu gibi kabul ederek saygı duyabilmek, olanı olduğu gibi kabul ederek, direniş çıkarmamak, olmakta olana da saygı duymak… İşte tüm bu noktaları içselleştirebilmek ne kadar önemli sevgili okurlar! İşte ancak bu düşüncelerin ışığı altında iken, akışta kalabiliyoruz, geleni kucaklayabiliyoruz! Olumsuz bir deneyim ise yaşadığımız, bu deneyimin bizim en yüksek hayırımız için olduğunu biliyoruz! Müthiş bir güvenle( kendimize ve hayata dair) ,  bu deneyimde  neler öğrenmemiz gerektiğini bulup, bu çıkarımlara  odaklanıyoruz! Bir başka deyişle, kriz gibi görünen olaylardan kendimize olumlu anlamda dersler çıkarıyoruz.. Krizleri, fırsatlara dönüştürüyoruz! Sonuçtia, hayata karşı sevgimiz ve yaşama sevincimiz hiç sönmüyor!

Evet, bu yukarıdaki paragraflardaki bakış açılarını sizlere daha önceki pek çok yazımda iletmişimdir.. Tüm bu bakış açısı içindeyken, son günlerde elimde olan bir romandan ve de izlediğim bir filmeden size bahsetmek istiyorum.

Tam da baharın hatta yazın geldiği bu günlerde yukarıdaki paragraflardeki düşünceleri içselleştirmeye çalışırken, okuğum kitap ve izlediğim film aynı konularda idiler.

Geçen hafta izlediğim film, ‘Son of Saul’ idi. ( Saul’un oğlu)  Film,  ikinci dünya savaşi esnasında Musevilerin götürüldüğü toplama kampında geçen bir öykünün hikayesi idi. Film, yabancı film dalında Oscar ödülü almış gerçekten çok etkileyici şekilde çekilmiş ve konu itibari ile de oldukça düşündürücü bir film niteliğinde idi. Filmin genel konusu olarak, toplama kamplarında Alman askerlere yardım amaçlı kullanılan Musevi askerler, kendi aralarında bir grup oluştururlar, ve dayanışma haline girerler.Bu gruptan biri olan Saul, bu esnada kendisine bir amaç edinerek, oğlu olarak nitelendirdiği  cansiz bedeni adetlere bağlı olarak gömmek ister. Bu noktada verdiği uğraş ve çaba, insanoğlunun en travmatik ortamlarda dahi bir amaca tutunma isteğini, ölüm anında dahi, kendi dini ve geleneklerine bağlı olmak isteği ve kendi köklerine olan inancı ve sevgisini konu alıyor. Kısaca, son derece travmatik bir ortamda, yine de zihinsel olarak bir amaç yaratarak, ‘insanca’ kalabilmenin bir çabası çok güzel şekilde ortaya konuyor ve izleyici çok derinden düşündürüyor!

Bir diğer paylaşmak istediğim konu ise, okuduğum kitap olan, Volker Weidermen’ın ‘ Summer Before Dark’ isimli kitabı. Bu kitap ise, aynı tarih dilimi içinde geçiyor ve ele aldığı konu ise, ünlü yazar Stefan Zweig ve Joseph Roth’un savaş yılları olan 1936 yılındaki Belçikadaki Ostend kentindeki mecburi sürgün halini anlatıyor.

Bu noktada yine, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, entelektüel pek çok kişinin, gerek fiziki gerek de entelektüel olarak güven içinde olmayışlarından dolayı kendi ülkelerini bırakıp, başka ülkelere gitmek zorunda kalışlarını öğreniyoruz. Yukarıdaki paragrafta da anlattığım üzere, yine travmatik bir ortamda, farklı temalara bağlanıp, farklı temalardan güç alan entelektüel kişilerin hayatlarına tanık oluyoruz. Bu kişiler, özellikle kitaptaki karakterler olan iki yakın dost Zweig ve Roth,  hayata tutunmak için, zihinsel olarak kendilerine hedefler koyarak, her gün tartışırlar ve de üretken olmaya devam ederler ve yine grup psikolojisi ile birbirlerine destek olmaya çalışırlar.

Sevgili okurlar, kimi zaman bu tür yaşantıları ve tarihten bu kesitleri hatırlayıp, kendimize dönüp bakıyoruz! Elimizdekilerin kıymetini ve her anın muhteşem değerini bilmemiz için bize hatırlatıcı nitelikte oluyorlar tarihin bu kesitleri! Elbetteki önce fiziksel emniyetimiz sonrasında ise, ifade özgürlüğümüz ve kendimizi gerçekleştirebilmek, üretebilmek, hayata ve yarınlara ümitle bakabilmek en değerli olgular!

Umut ve sevgi dolu güzel günler diliyorum!