Suriye’deki iç savaştan dolayı 4 milyon mültecinin Türkiye’ye geldiği ve bu rakamın 3 milyonunun İstanbul’da yaşamakta olduğu ifade edilmektedir. Bu sosyal hadise başta Suriye ve Ortadoğu’yu derinden etkilediği gibi Türkiye’yi de derinden etkilemiş ve ne yazık ki sosyal travmalara neden olan bu durum toplumumuzda sosyal dramlara, yarılmalara, patlamalara, ayrışmalara, iç karışıklığa da neden olabileceği de görülmektedir.

            Bu durumların sınırlarımızda askeri ve asayiş hadiselerine neden olmakla birlikte; mülteci rakamının bir ülkenin kaldıramayacağı kadar aşırılığı ki Avrupa 40 bin mültecinin hangi ülkede duracağına karar vermez ve sahiplenmezken bizler milyonlarla baş etmeye çalışmaktayız. Bu nüfus rakamının ekonomik, sosyal, kültürel sıkıntıları da beraberinde getirdiği açıkça yaşamımızda görülmektedir.

            İstanbul’da her trafik lambası, metrobüsler, metrolar, tramvaylar istasyonları, cami önleri, sokaklar, kısaca yaşamın her alanı dilencilik, zorla mendil gibi eşyalar satarak dilencilik, baliciler bu göçmenlerce adım atılamaz hale getirilmiş durumda. Artık sokağı, caddeyi, metrobüsü, metroyu, tramvayı, camiyi kullanan her vatandaş bu yaklaşım tarzlarından illallah demiş bulunmaktadır. Buna rağmen bu alanlarda yaşamayan ilgili yerel ve hükümet yetkilileri bu tablodan herhalde rahatsızlık duymuyorlar ki olan bu alanları yaşamsal açıdan kullanan vatandaşlarımıza oluyor ve olmaya da devam edeceği açıkça görülmektedir.

            Bazıları “canım ne olacak işsiz olan insanlar özellikle kolaycılığa kaçarak çocuklarını bu tarzda kullanarak geçimlerini sağlamış bulunmaktadır” diyebilir. Ancak bilinmelidir ki bu sosyal yara, bilimsel araştırmalara neden olmuş neden ve sonuç ilişkisi içerisinde çözüm önerileri de üretilmiş sosyal bir hastalıktır ve bu durum tedavi edilmezse kartopu misali büyüme özelliği olan bu durum çığ haline geldiğinde bir çok masum vatandaşa derin zararlar verecek ve baş etmesi de çok maliyetli olacaktır. Onun için yol yakınken gerekli bilimsel tedbirleri alınmak zorundadır.

            Bu sokaktaki çocukların mendil, kibrit satma gibi işleri yaptıkları, trafik ışıklarında duran arabaya koşarak gelen çocuklar manzarası arabanın kapısına yapışan çocukların yarattığı korku, çocuklara bir şey olacak endişesi, çoğumuzun yaşadığı bir manzaradır. Metrobüslerde hemen her bindiğimde rastladığım manzara 6 ile 11 yaş arası çocukların insanların eline, önüne, çantasına, neredeyse kadınların koynuna koyacak kadar sırnaşık, yapış yapış, yılışık, pişkin, çamur atan, tuhaf davranış ve seslerle dikkat çeken, insanlarda benden uzaklaşsın da alsın 1 lira diyerek kendilerini mecbur hissettiği vakalar artık rutin yaşamlar oldu.

 Bu olaydaki en dramatik ve kırılması zor olan nokta, bu çocukların, ailelerinin zorlamasıyla bu işleri yapmaları ve kazandıkları parayı evde anne ve babalarına teslim etmeleridir. Sokakta çalışan bu çocukların bir süre sonra evlerini terk ederek kaçtıkları ve sokakta yaşamaya başladıkları yapılan çalışmaların sonucunda görülmektedir

Sokaklarda yaşayan ve sokakta çalışan çocuklar çalışma hayatlarında birçok riskle karşı karşıya kalmaktadırlar. Çalışma ortamlarının pis, gürültülü, tehlikeli, soğuk ve istismara açık olması nedeniyle bu çocukların büyük bir kısmında ciddi anlamda sağlık sorunları cinsel problemler; saldırganlık, intihar girişimi, hırsızlık, hiperaktivite gibi psikososyal davranış bozuklukları ortaya çıkmaktadır.

Suriyeli sokak çocukları gelmeden önce Türkiye’deki bu konudaki tablo şu idi. Sokaklarda 50 bin çocuk yaşıyor. Bunların 30 bininin cinsel istismara ve tecavüze uğradığı sanılıyor. Bunlardan 5 bini (son beş yılda) mağdur olduğu gerekçesiyle polise başvuruyor. Sokak çocuklarının yüzde 75′i hırsızlık, gasp, yaralama ve tecavüz suçlarıyla polisin tuttuğu resmî tutanaklardan geçmiş. 2010 yılı içinde 4 bin çocuk gasp gibi suçlardan mahkûmiyet alarak ıslahevlerine konmuş. Son beş yılda ıslahevlerinden ve büyük cezaevlerinin sübyan koğuşlarından adliyeye yansıyan tecavüz vakalarının sayısı ise 250. Yatılı pansiyonlu okullarda, çocuk yuvalarında ve Yatılı ilköğretim Bölge Okulları’nda (YİBO) personelin, müdür yardımcılarının, öğretmenlerin ve esnafın cinsel istismarına uğradığı için medyada yer alan ve adliyeye yansıyan olay sayısı sadece 2009 yılında 200 civarında. 2001′de yıllık 2 bin-2 bin 100 aralığında olan çocuklara tecavüz suçu her yıl artmış. Bu rakam 2010 yılında 7 bine kadar çıkmış. Ancak toplumda, mağdur ve ailelerinin tehdit, şantaj, ayıplanma, dışlanma, ‘şerefsizlikle’ suçlanma ve ağır utanma duyguları yüzünden cinsel istismarları saklama eğilimi yüksek olduğundan, ensest ilişki, cinsel istismar ve tecavüz vakalarının bu rakamların çok daha üstünde olduğu tahmin ediliyor. Son on yılda cinsel istismara maruz kalan çocuk sayısı 250 bin civarında.

Zihinlerimizde yer etmesi gereken en temel soru ve en önemli sorunlardan birisi de bu çocukların büyüyünce ne olacağıdır? Şiddet, fiziksel ve cinsel istismar, başkaları tarafından suç işlemeye zorlanmak, yanma-yaralanma, kronik-tehlikeli bulaşıcı hastalıklara yakalanma, bakımsızlık sonucu oluşan sendromlar, kaçırılma, öldürülme. Sokak çocukları işte bu tehlikelerle karşı karşıyadır.  Çocuklar, sokakta yaşamaları nedeniyle çevresindeki çocukların madde kullanması, can sıkıntısını gidermek ve heyecan yaratmak, açlığı azaltmak, korkuyu bastırmak ve cesaret sağlamak, umutsuzluğu ve depresyonu bastırmak, utanma duygusunu azaltmak, uyku sorunlarını gidermek, soğuktan korunmak, kavga etmek, uyanık kalarak istismar ve tehlikelerden korunmak, kendini bir grup içinde var edebilmek, çeşitli nedenlerle oluşan ağrıları azaltmak, duyarsızlaşmak, daha kolay hırsızlık yapmak, travmatik olayları ve onların yarattığı olumsuz duyguyu bastırmak gibi birçok nedenle madde kullanırlar.

 Kentin ana caddelerinde bir şeyler satmaya çabalayan çocukların kimi zaman şakalaşmalarını, itişmelerini, oradan oraya koşuşmalarını, yüzeysel gözlemle, kuralları esnek oyun gibi algılamak olası. Ancak, yapılan bir araştırmada çocuklarla yapılan görüşmelerde onların aile büyüklerinin kendilerine yaptığı baskının ayırdına varmadıkları, ‘eve para’ getirmeyi zorunluluktan öte doğal karşıladıkları anlaşılmıştır. Çocukların eve getireceği kazanca muhtaç yoksul ailelerin büyüklerinin genelde bakış açıları, “ne kadar para getirirse, ne yolla getirirse getirsin; yeter ki evin geçimine katkısı olsun” yolunda. Çocukların getireceği gelir bu aileler için yaşamsal önem taşımaktadır. Çocuğun aileye maddi katkısına karşılık, onun risk altında olacağı, ezileceği, baskı altında tutulacağı gerçeği daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi önemsiz kalmaktadır. 

Eğitim hakları çiğnenen çocuğun, günümüz bilgi toplumunda düzenli, güvenceli bir iş sahibi olmak için gereken yetenek, bilgi ve beceriden yoksun olarak yetişen kuşakların yakın gelecekte toplumda üstlenecekleri rol kaygı vericidir. Bu çocukların, yaşamlarında olumlu bir gelişme olacağı yönünde umutlarının olmaması doğaldır. Herhangi bir karşılığı olmadan, emek sarf etmeden bir şeyler elde edilebileceğinin açık anlatımıdır. Vermeden alma alışkanlığı kemikleşiyor. Bunda “kolay para kazanma”, “işini bilir olma” gibi değerlerin yüceltilmesinin payı da azımsanmamalıdır.


           Sokaktaki çocuklara acımak, onlara para vermek suretiyle yardım eli uzatmak, bu önemli toplumsal sorunu yok saymak, anlamak ve kavramak için çaba göstermemek çok sakıncalıdır. Üçüncü kişilerin henüz sokaktaki çocukların yaşam koşulları, istekleri, gereksinim ve kaygıları hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları söylenemez. Toplum bilinçlendirilmediği sürece sokaktaki çocuklara hep yüzeyde, dışarıdan bakacak, anlık çözümler üretecek ve zamanla sorunun daha derinlemesine kök salmasına elverişli ortam hazırlayacaktır.

Sokaktaki çocuklar sorunu önlenemediği sürece, bugün yazılı ve görsel basında kaygıyla izlediğimiz gasp ve hırsızlık suçlarını işleyenlerin, korkarız ki, yakın gelecekte sayıları katlanarak artacaktır. Ülke olarak sokak çocukları ile ilgili sıkıntılarını yaşamış ve bu yöntemle kapkaç, hırsızlık, zararlı madde kullanım ve satıcılığı, kadın ticareti, mafyalaşma oluşumlarına uzun müddet ve zorlu bir mücadele verilerek nispeten yaşanır bir düzeye getirilmişken, mülteci sorunu ile baş gösteren ve gelişen bu problem büyümeye devam ederek geleceğin belirttiğimiz suç ve benzerlerini oluşturarak topluma derin zararlar verilmesi gündemde bulunmaktadır.

 

Sorunun üstesinden gelmek üzere ivedilikle harekete geçerek kurumsal ve yasal altyapıyı geliştirmek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İstanbul İl müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Valiliğinin görevidir. Üniversite ve STK ların bilgi destekleri ile İstanbul’daki bu kurumlar kendi yetkileriyle derhal bu duruma müdahale ederken bakanlıklar düzeyinde de harekete geçirilerek kendilerini aşabilecek kaynak sağlanmalıdır

 

http://www.webmastersitesi.com/insan-haklari/30665-cocuk-istismari.htm

http://www.aksiyon.com.tr/toplum/turkiye-nin-cocuk-istismari-gercegi_529031