Maçkalı biriyle evli olanlar zorda kaldıklarında eşlerinin dirayetli, inatçı ve kararlı davranışları karşısında kendilerine ne cevap vereceklerini bilemedikleri zaman ‘tuttu yine Rum inadı/damarı’ derler. Yunanlıların bölgenin Helen olduğunu iddia ederken Türklerin kendilerinin Hristiyanlarla kaynaşmadıklarını, Türk akıncılarından, Türkmenlerden, Türk soylarından oldukları görüşündedirler.

Altıncı yüzyılda bölge halkının hala barbar, iri yapılı, asi ve sürekli silah taşıyan savaşçılar olduklarını Romalı tarihçi Procopius yazar. Sürekli bıçak/silah taşımak ve size anlamsız gelen yaz aylarında köyünüzde gece yarısı bile silah sesleri duymak bu çok eski adetle veya gereksinimle alakalı olsa gerek. Romalılaşmaları ve Hak dinini benimsemeleri İmparator Justinianus zamanındadır ki kendileri de dağlar arasında sıkışmış bu bölgeye ve manastırlarına para aktarır.

Osmanlı döneminde ise Maçka’nın nüfus yapısında ortodoksların yıkıcı üstünlüğe sahip oldukları, Doğu Anadolu ve doğu ülkeleri ile yapılan ticarette Karadeniz Bölgesi’nin ve Trabzon’un giriş kapısı olduğu bilinir. Dönme de denilen gizli Hristiyan/kriptohristiyanlıktan söz edilir. Dini inanış ve ibadetler gizli tatbik edilir. Bu konu biraz da fantezi olarak işlenen filmlere de konu olmuştur.

‘Milliyetçilik akımlarının Osmanlı topraklarında etkili olmaya başlamasıyla bu yöre halkı da ya Türkleşti ya da Helenleşti’ denilir. Yani bölge halkı yüzyıllardır burdaydı ve ne Helen idi ne de Türk. Halleri biraz da Dersim Bölgesi’nin coğrafi şartları sebebiyle merkezi devlet zabitine geçit vermeyişlerine benzemez mi? Daha sonra da akılcı olmayan Yunanistan askeri harekatı neticesinde gerçekleşen savaş ve çatışmalar, düşmanlığın artmasına ve bölge insanının Helen kültürüne yakın olduğu düşüncesi yerlerinden edilmeleri neticesini doğurur da denilir. Bu husus emekli Maçkalılar tarafından güneşlenirken sıkça tartışılan ve aile bireyleri arasında kısa süreli küskünlüklerin yaşanmasına hala sebebiyet veren birşeydir. Belki de bununla ilintili son yıllarda bölge halkı tarafından artan gen haritası çıkarma ve geçmişlerini irdeleme hevesi artmıştır.

Bu durum babaannemin dediğini aklıma getirir zaman zaman…’Rum gitti derede balık bitti.’ Pek çok sanat dalının kaybolduğu veya kalitesini düşürdüğü bilinir.

Gelelim manastırlarına…Restorasyonlar yorgunu Sümela Manastırı’nın tekrar ziyarete açılması ve yılda bir defa izin verilen ayin vesilesiyle olası Karadeniz Turu’nuzu tekrar düşünebilirsiniz belki. Meryem Ana’ya adanan en ünlü ve en çok ziyaretçi çeken manastırdır, fresklerde silinmeler ve kazımalar yoğundur ancak var olanları görkemlidir.

Dini yapılardan ve sahip oldukları objelerden mucize beklemek hep var olmuştur diyebilirsiniz ama Meryemana Manastırı ve içinde sallanan altın beşiğin yöre halkı için kıymetli olduğu Maçka’da hala hatırlanır. Özellikle savaş ve yetersiz beslenme koşulları sebebiyle bebekleri ölen kadınların manastıra gidip beşiği ziyaret etmeleri ve devamında gelen bebeklerinin hayatta kaldığı inancı…

Kültür Bakanlığı’nın bölge ve manastır tarihi ile ilgili videosunu seyrederken manastırdaki fresklerle alakalı Kuran-ı Kerim’den alıntı yapması sizi şaşırtabilir ve Müslümanlıkta resim sanatı yer almaz ki…’ dedirtir içinizden. Bu garip hali belirtmeden geçemedim.

Maçka’da köy, belde, mahalle, tarla/bahçe isimleri çoğunlukla Rumca’dır. Özellikle türkülerde ve konuşma dilinde hala daha Rumca esintileri hissedilen Maçka’nın sahip olduğu manastırlar Sümela Manastır ile sınırlı değildir ve diğer yerleri ziyaret etmeye çalışmak muhteşem bir doğa yürüyüşü etkisiyle şahanedir denilebilir.

Yunanistan’ın Meteora Bölgesi’ndeki gibi yaradana yakınlık sebebiyle bölgenin en yükseğine, kayalıkların en tepesine yapılan ilgi çekici yapılarla kardeş Sümela Manastırı gibi başka manastırları da vardır. İşte Trabzon’un liman şehri olmasından nasibini alamamış, dağlar arasında sıkışmış kalmış, Gümüşhane ve Doğu Anadolu’ya yıllar boyu zorlu geçit vermez tüneli ve sütlaçı ile ünlü Maçka’nın üzücü hikayeleriyle diğer manastırları. Etrafta, şehir merkezinde ve civar köylerde unutulmuş, farkına varılamayan veya unutulmak istenen kiliselerin dışında yüksek dağ tepelerine inşa edilmiş iki manastır daha vardır.

Anadolu’nun en eski manastırlarından biri olduğu kabul edilen Vazelon Manastırı Sümela Manastırı’nın gölgesinde kalan ve gezginlerin dikkatinden de kaçar uzun süre. Rumca adıyla hasat zamanı anlamına gelen Sersa, Türkçeleştirilmiş adıyla Kiremitli köyü içinde, tepelerinde yer alır. Cennet, cehennem ve kıyamet günü betimleme sahneleri yer yer kazınmış ve üzerlerine şimdi belki de ayrılmış olan gereksiz Türk ve Yunan aşıkların isimleri kazınmış olsa da muhteşemdir. İsa peygamberin kuzeni vaftizci Yahya’ya adandığı için de büyüklük ve fresk kalitesi yüksektir. Kariye Müzesi’ndeki mozaik ve freskleri andıran bir betimleme hakimdir. Havarilerin yüzleri nerdeyse aynıdır, tüm tahribata rağmen hala fark edilebilir.

Define avcılarının da el attığı bu manastırın ulaşımı da, bulunması da kolaydır,. Rehberli gezmek iyi olabileceği gibi kendiniz de haritanızın sizi götürdüğü yere kadar devam etmeniz ve tabelanın işaret ettiği yerde durarak minik bir patika yürüyüşü gerçekleştirmeniz yeterlidir. En narin ve hazırlıksız hanımların bile yapabileceği bir aktivitedir. Yeter ki öncesinde çok yağmur yağmamış olsun.

Hepsinden de daha muhteşemi güvercin anlamına gelen eski adı Peristera yeni adı Şimşirli Köyü tepesinde ürkütücü vadiye bakan Kuştul/Peristera Manastırı’dır. En zorlu tırmanışı gerektiren ve en harap olanı da budur. Yukarı tırmanınca vadiye kartal gibi bakarsınız, kendinizi hem iyi hem de buruk hissedersiniz eğer dünya mirası niteliğinde olan yapıların kimseye değil ama geleceğe ait oldukları kanaatindeyseniz. Kendinizi bu kıymetli yapıtların son tanıklarından hissedersiniz. Harabelere rağmen külliye niteliğindeki muhteşem yapı grubu dikkatinizi çeker, hoşunuza gider. Teoloji ve Hristiyan Felsefesi öğretisi için işlevini yitirip ölüme terk edilmeden önce çok kıymetli bir kütüphanesi olduğunu hatırlamak da gerekir bu yüksek kartal yuvasında. Ayrıca kale gibi duran bu yapının bendelerinde kara kovan balı üreticilerinin mucizevi uygulamalarına şahit de olabilirsiniz. Böylece neden altın değerinde olduğunu bir kez daha hatırlarsınız.

Maçka’da ayrıca Hacavera İspela, Hordokop Livera isimli köylerde yakın zamana kadar harap durumda olsa bile kilise bulunduğunu günümüzün orta yaşlı nüfusu hatırlar. Hordokop köyünden göç edenler Yunanistan’nın Kavala şehrinde Hortokopi Köyü’nü kurduklarını, nerdeyse her yıl kendi köylerini ve Maçka’yı ziyaret ettiklerini ve hatta yöre ağzı ile bir miktar Türkçe öğrendiklerine şahit olmak ziyadesiyle keyiflidir. Ayrıca Livera Köyü’nün Rhodopolis Piskoposluk merkezi için ne kadar kıymetli olduğu, kiliseleri ve okulunu da belirtmeden geçmemek gerekir. Hala daha bu yapılara ilgi duyarsanız mucizevi bir şekilde ayakta kalan İspela/Spelia’nın Mindandoz/Mintantoz mahallesindeki kiliseye gidin. Kesme taştan yapılan kilise ana sahınlığı, yan nefleri, kasnaklı kubbesi ve bir zamanlar bakmaya kıyılamayacak güzellikte olduğu söylenen fresk kalıntıları görülmeye değerdir. Giriş kapışı üzerindeki taş oyması ejderha şeklindeki motifler hem harikadır ve hem de nasıl hala orda kaldığı şaşırtıcıdır.

Bu güzelim yapıları tükenmeden görmek isterseniz tırmanmak için yerel halktan sığırlarını gezdiren, fasülyesini kontrol eden köylülere nereden gitmeniz gerektiğini sorun mutlaka. Meraklı gözlerle size bakarlar, ayağınızdaki pabuça kadar süzerler sizi ama cana yakın davranırlar. Eğer rehbersiz tırmanıyorsanız nerden gideceğinizi yalnızca onlar bilirler. Ayrıca bu manastırlara tırmanırken tahribat gücü yüksek canlılar çekilince yaban hayatının ve bitki örtüsünün kendisini nasıl da tamir ettiğine de şahitlik edersiniz. Zararsız ve çelimsiz yılanları dikkate almanıza gerek yoktur. Rastlayacağınız ayı dışkısı ve domuz izi ise sizi korkutmasın, kendileri çoğunlukla gececidirler.

15 Ağustos Sümela Manastırı ayin günüdür, Allah kabul etsin!