Abbas’ın duyguları med-cezir gibi fırtına ve kasırgalarla meydan muhaberesinde adeta savaşıyordu.  

Tüm yaşamı gurbetin esareti, sızısı ve amansız yaşam mücadelesiyle geçen Abbas’ın hayalindeki en büyük arzularından bir tanesi de; kendine benzemeyen okyanuslara, limanlara ve denizlere yelken açmaktı.

Çünkü Abbas, kendine benzemeyenlerden çok şey öğreneceğine inanıyor ve sonsuzluğa yelken açmadan da dünyayı görmek istiyordu. Her defasında yolculuğa çıkmak üzere bohçasını hazırlıyordu ama kader Abbas’a “dur, daha zamanı değil” diyordu.

Tıpkı Mevlana’nın “bir şeyi çok istiyor ve olmuyorsa, ya o işte hayır yoktur, ya da zamanı gelmemiştir” dediği gibi Abbas, tevekülle tekrar bohçasını açıyor, hayallerini her an yeni bir yolculuğa çıkacakmış gibi yastığının başucuna özenle yerleştiriyordu.

Abbas ar etmiyor ve keçi inadından vazgeçmiyordu.

Ama her defasında Abbas’ın kurduğu hayallerine kasırga vuruyor, onları dipsiz kuyulara ve ufukların ötesine atıyordu. Kasırganın her vuruşu Abbas’tan bir şey alıyordu ama her vuruluşunda Abbas güçlenerek kalkıyordu, “bu bir kaderdir, kaderi yaratan da Yaradan’dır ve kadere karşı gelinmez” diyor ve Yaradan’a isyan etmiyordu.

Abbas’ın kaderi tıpkı Hz. Yusuf (a.s) gibi kuyularda geçiyor ve aşık olduğu sevgilisi de Züleyha’nın yırttığı gömleğin oyunuyla karşı karşıya kalıyordu.

Abbas, kurduğu hayallerine kavuşmak üzere ve ayrılık kokusunu alırken kendini öyle bir girdabın içinde buldu ki, aşk, ayrılık ve hayalleri arasında sıkışıp kalmanın kararsızlığını yaşıyor, sersem tavuk gibi ne yapacağı şaşırıp durumda.

Kader yine fena halde ıskalamış Abbas’ı…

Yanıma gelen Abbas, “Cüneyt abi yine kadere yakalandım, oysa tam hayallerime kavuşmak üzereyken, okyanusların ortasında roman yazma hayalini kurarken, beni alıkoyan aşk duygum, gitmemi engelliyor, soytarı sevgilim de gelmiyor.

Ne yapıyım abi? Soytarı sevgilimin ne sevdiği, ne de sevmediği belli Cüneyt abi...” diye patır patır sorular Abbas’ın dilinden dökülüyordu.

Abbas’tan duyduğum “soytarı sevgilim” yakıştırması çok hoşuma gitti, aklıma geldikçe de gülüyorum.

Abbas’ın kalemine, diline ve yüreğine güveniyorum

Abbas’la Ankara’da hayatın dibini yaşarken tanıştık, yalnızlığımın en yakın ve en kalabalık dostum olan Abbas’ın bu çaresizliğine üzüldüm.

Ah Abbas, yavrum sen adam olamayacaksın, nereden çıktı şimdi bu aşk dalgası? Tam da hayallerine kavuşmak üzereyken…

“Cüneyt abi, aşk olsun, sen hiç aşık olmadın mı, o romanları boşuna mı yazdın? Bari sen yapma ne olur?”

İyi de evlat sen de roman yazdın, hem de benden fazla yazdın. Roman sadece yaşanmış aşklar için yazılmıyor ki, Tolstoy, Hugo, Dante, Gothe ve Oscar’ da yaşamadıkları aşkları romanlarında yaşamış gibi göstermiyorlar mı?

 “Of be Cüneyt abi, edebiyat yapma, ben senden fikir almak istiyorum sen beni ciddiye almıyor ve dalga geçiyorsun. Yapma ne olur…”

Peki, sen bu soytarı sevgilin midir nedir, neyini sevdin, neyine vuruldun, neyine aşık oldun Abbas?

“Nasıl anlatsam ki Cüneyt abi, dilinden dökülen saf sözcüklere, sözünü sakınmadan pat söylemesine, yüreğinin temizliğine vuruldum. Onu görürken yüreğimin suyun içindeki dal gibi çırpınışını sevdim, işte öyle abi…”

Anladım. Anlaşıyor musunuz bari?

“Abi ne anlaşması, her mesajda kavga ediyoruz, bir türlü frekanslarımız örtüşmedi. O beni kırıyor, bende onu kırıyorum ama yine de seviyorum onu.”

Hiç elini tuttun mu, gözlerinin içine bakıp seni seviyorum dedin mi, saçlarını hiç okşadın mı ve hiç sarıldın mı?

“Yok daha neler Cüneyt abi, keşke olsaydı ama kavgadan sevmeye hiç zamanımız olmadı ki…”

O zaman o soytarı sevgilin seni sevmiyor. Yüreğinden yeşeren çiçeği yerinden sök ve at otogarın arka bahçesine, yolcu yolunda gerek Abbas.

“Söylemek kolay. Hem ben karşılık olsun diye sevmedim ki. Kelebek gibi özgürce sevip özgürce omuzlarına konmayı ve günü gelince özgürce gitmeyi sevdim. Biliyorsun bu evrende bir tek anne ve babalar karşılıksız evlatlarını severler, bende soytarı sevgilimi karşılıksız sevdim Cüneyt abi…”

İşte manyak olduğun burada belli evlat, hem elini tutmamışsın, hem sevmeye zamanın olmamış, hem seninle yolculuğa hazır değil ve hem de seni sevip sevmediği de belli değil.  

Neyin peşindesin Abbas?

“Bilmem ki abi…”

Bak evlat, sevdiğini özgür bırak, eğer günün birinde sana dönerse sen zaten onu baştan kazanmışsın, ama dönmezse demek ki onu baştan kaybetmişsin. Çok geç olmadan, var yoluna git Abbas….