Dünyayı kasıp kavuran krizlere rağmen ekonomik başarısı, siyasî istikrarı ve demokratik reformlarıyla kısa süre öncesine kadar herkesin parmakla gösterdiği Türkiye, sanki şeytan çarpmış gibi yalpalıyor.


Hâlâ aydınlatılamayan Uludere trajedisinden Suriye'deki olumsuz gelişmelere; Afyonkarahisar'daki faciadan siyasî liderlerin olumsuz sağlık haberlerine ve düne kadar demokratik blok içinde birlikte mücadele edenlerin birbirleriyle uğraşmaya başlamasına olumsuz gelişmeler birbiriyle yarış içinde.


Bu olaylar içinde en fazla moral bozan hadiselerden biri de terör. PKK'nın iyice gemi azıya alarak bazı bölgeleri ele geçirmeye kalkışması, siyasetçileri rehin alıp bir savcıyı katletmesi, istisnasız her gün duyduğumuz asker ve polislerin şehit olduğu haberleri hiç normal bir durum değil. Türkiye'nin yakın tarihinde demokrasiyi rafa kaldırarak Doğu'dan Batı'ya ülkenin her köşesinde insan haklarını ayaklar altına alan derin yapılarla ilk kez hesaplaşıldığı bir dönemde terörün bu denli azması neden?


"Ülke parçalanmaya mı gidiyor? 1993'e geri mi dönülüyor?" gibi endişe dolu sorulara neden olan bu gelişmeler, mayıs ayında internete düşen Balyoz tutuklusu Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar'ın sözlerini akla getiriyor. Hele bir de Ergenekon gibi yapılarla terör örgütleri arasındaki bağlantılar dikkate alınırsa. O ses kaydında iki aya kadar dışarı çıkacaklarını savunan Tuğamiral Ilgar, gelecek planlarına dair ipuçları da veriyordu: "Çıktıktan sonra güzel planlarımız var. Savaşsa savaş yapacağız. Burada bitmemesi lazım."


Balyoz tutuklusu Ilgar'ın bugün yaşanan kaotik havada tekrar dikkatle üzerinde durulması gereken asıl çarpıcı sözleri ise şöyleydi: "Bu ülke ya ekonomik krizle ya bir iç savaşla kendine gelecek. Bu iki seçenekten biri kapımızı çalacak. Ondan sonra dönüş yolu orada başlayacak."


Çok açık. Derin yapıların ülkede tekrar ipleri ele geçirebilmesi ancak iki gelişmeye bağlıydı: Biri, 2001'deki gibi siyaseti altüst edecek bir ekonomik kriz. Diğeri, Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımız arasında çıkacak iç savaş. Ülkede işler bu denli kontrolden çıkarsa siyaset çaresiz kalacak ve duruma el koymak için şartlar oluşacaktı.


Çoluk çocuk demeden intikam almaktan bahseden sözler de vardı o günlerde çıkan ses kayıtlarında: "Kendilerine en güvendikleri anda çoluk çocuk demeden rövanş alacağız. Kendimize çok güvenerek hata yaptık. Şimdi aynı hatayı onlar yapıyor. İki sene çok belki bir sene içinde. Eğer biz buradan bir çıkarsak bu dışarıdakilerle çok ciddi bir hesaplaşma olacak, çok ciddi hem de. İlk şeyimiz ne biliyor musun? Aç kalacaklar. Söyleyeyim, aç kalacaklar... Bu ülkeden kaçacaklar çoğu. Ve rövanşı çok farklı olacak. Bunun rövanşında çok can yanacak..." Kuşkusuz bunlar da çok vahim, ama kaybettikleri konumlarına geri dönmek için "iç savaşı" bile bir araç olarak düşünebiliyor olmaları en korkuncuydu.


Terör örgütünün, onu karanlık emellerinde maşa olarak kullanan yerli ve yabancı odakların Türkiye için tasarladıkları bu planların ne kadar vahim olduğunun; iğrenç film ve karikatürlerle provoke edilen İslam dünyasının ve bütün insanlığın önündeki felaketlerin ne kadar büyük olduğunun bir işareti de Fethullah Gülen Hocaefendi'nin önceki gün yaptığı dua seferberliği çağrısıydı.


Somali'deki kuraklıktan Kerkük'te bombalar altında görev yapan gönüllü öğretmenlerin hayatına, çoğumuzun çoluk çocuğuyla ilgilendiğinden daha çok ilgilenen Hocaefendi'nin dua çağrısından karşımızdaki musibetlerin ağırlığı kadar, sıralamasını da çıkarmak mümkündü. Müslümanların kalplerinin telifi, vifak ve ittifakı ilk sırada geliyordu. İkinci sırada, ülkemiz üzerinde dolaşan her türlü belaların uzaklaşması için dua edilecekti. Üçüncü sırada nüfusça 1,5 milyarı bulsa da sözü dinlenmeyen, birkaç asırdır onuru kırık, bir başı ve istişare mekanizması olmayan Müslümanların "ayaklar altında ezilme halinin son bulması" için dua edilecekti.


Mevla, gönlü temiz, ruhu yüce, himmeti ali insanların duaları hürmetine milletimizi, tüm Müslümanları ve insanlığı her türlü komplo, bela ve musibetten korusun.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)