Ankara Devlet Tiyatrolarında izlemiştim Azizname’yi. Aziz Nesin’in eserleri bir oyunda toplanmış. Kara mizah türünde, şahane bir oyundu. Yücel Erten, Rüştü Asyalı, Ahmet Mümtaz Taylan, Hüseyin Avni Danyal' lı kadrosuyla 4 yıl kapalı gişe oynamıştı. Aziz Nesin’in bu oyunu seneler öncesinden bugünü anlatmış. Ve onca yıl içinde bir şey değişmemiş insan fıtratında. Hele bir solculuk kısmı var ki, kopyala, bugüne yapıştır. Zerre fark yok bugünle.

İzleyenler bilir ama izlemeyenler için aklımda kaldığı kadarıyla özetleyeyim; Gençten bir çocuk… Fakir bir aileden gelme. Üniversite çağında tam bir sosyalist. Kapitalist düzene lanetler yağdırıyor, yaşasın komünizm nutukları atarak geziyor. Gel zaman git zaman işleri yaver gidiyor, yavaştan yavaştan para kazanmaya başlıyor. Biraz biriktir, biraz aklını kullan derken ülkenin önemli fabrikatörleri arasına giriyor. Emrinde adam çalıştırmaya başladığında bizim eski solcu, “canım şu kapitalist sistem de pek fena bir şey değil… Çalışsınlar, onların da olsun” demeye başlıyor. İşler büyüdükçe, kapitalist sisteme övgüler artıyor, sosyalizm yerden yere vuruluyor. Derken rüzgar tersine dönüyor, eski solcu fabrikatörün işleri bozuluyor. Tabi işlerle beraber siyasi görüşleri de değişiyor fabrikatörün. Yeniden fabrika ayarlarına dönüyor, sermayeye küfretmeye, “emek, bölüşme” nutukları atmaya başlıyor.

Yani, şimdilerde sosyal medyada paylaşılan “feminizm kocayı, komünizm parayı bulana kadardır” sözünün tiyatro oyunu haline getirilmişi…

***

Hükümet uzunca bir süredir su tartışmalarının ara finalini yaşıyor.

Türkiye, suyun yönetimi konusunda yapılan anlaşmaya uymayan KKTC’yi ufak yollu uyarıyor, parayı keserek.

Basit bir mantıkla baktığınızda KKTC’nin tepkilerini haklı bulabilirsiniz. “Kendi ülkesi canım, elbette o dağıtacak” demeniz normal ama kazın ayağı öyle değil. Türkiye bu parayla terbiye işinde yerden göğe haklı. Niye mi? Su çalışmalarının sürdüğü 5 yıl boyunca  parmaklarını kıpırdatmayanlar-Bakanlıklar, belediyeler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri dahil- iş bitince dağıtma yani rant kısmına talip oldular. Suyu dağıtmak için gereken altyapının maliyetini düşünseler zaten böyle bir teklif yapamayacaklar ancak düz mantıkla baktıklarından ötürü kafalarından geçen, “zaten bizim sularımızı dağıttığımız borular yok mu. Onlardan akıtırız olur biter!”

Oysa kabataslak  600 milyon liralık yatırım gerektiği söyleniyor dağıtım için. Çünkü bunun arıtılması var, İçme suyunun arıtma tesisinden yerleşim bölgelerine ve bu bölgelerdeki dağıtımında kullanılacak boruların ‘ductilefond’ çelik döküm boru olması var, su kaybının önlenmesi için çalışmamalar var, içme suyu sistemi ile birlikte kanalizasyon sisteminin yenilenmesi var, atıksu tesisinin yapılması var, var da var…

Bu para tabiî ki de ne devlette var, ne de -çoğu batık- belediyelerde.

Zaten olsa bile atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş.

Yıllar önce imzalar atılmış, şartlar konmuş, suyun yönetimi Türkiye’ye verilmiş.

Geçtiğimiz aylarda Ankara’da düzenlenen “KKTC Su Temin Projesi ve Doğu Akdeniz’de Değişen Dengeler” Çalıştayı’nda konuşmacıların ortaya koyduğu veriler ve yaptıkları çalışmalar, bugünkü tartışmaların ne kadar boş olduğunu anlatıyor. Elimize tutuşturulan dosyanın üzerinde bir komite adı yazıyor. “Suyun Dağıtımı Komitesi” Ne zaman kurulmuş dersiniz: 2010 yılında! Suyun gelmesi için temellerin atıldığı ama buradan birçoklarının inanmayarak dalga geçtiği yılda. Herşey bilimsel temellere göre hazırlanmış. Tüm olumsuzluklar takip edilmiş, en sağlıklı sonuçlar için gece gündüz çalışmışlar. Dosyada uykusuz geceler yok ama binlerce sayfalık çalışmaların özeti var. Bize gelen suyun geçtiği güzergahın topografisini bizden iyi biliyorlar.

Ki yukarıda da söylediği gibi zaten atı alan Üsküdar’ı geçmiş. KKTC hükümeti Türkiye’ye suyun dağıtımının yap-işlet-devret modeliyle yapılacağına dair taahhüt vermiş. Dönemin başbakanı İrsen Küçük ile TC Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay bu konuda protokol imzalamış, DP-UG ile CTP koalisyon hükümeti de aynı protokole imza koymuş.

Anlaşmaların altında hem UBP'nin, hem CTP'nin hem de bundan önceki CTP- DP-UG Hükümeti adına Özkan Yorgancıoğlu’nun imzası var. Yani imza Meclis’teki üç partiyi de bağlıyor.

Durum böyleyken CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’ın birilerine hoş görünme adına yaptığı konuşmaların yarattığı sonuç sadece “pişmiş aşa su katmak” olarak nitelendirilemiyor. (Suyu biz yönetmeliyiz diyen aynı Talat, Türkiye’nin önceki protokolde ayda 30 milyon TL verme yönündeki taahhüdünü yerine getirdiğini, sorunun reformlara bağlı aktarılacak olan kaynaklarla ilgili olduğunu, reformların hiç biri yapılmadığı için Türkiye’nin parayı vermediğini söylemişti.) 

İki ülkenin anlaşamadığı su yönetimi konusu sadece memurların 13’üncü maaşını etkilemiyor, hükümeti çatır çatır sallıyor. Türkiye, “anlaşmanın arkasında dur, paranı al” diyor açıkça. Ki bir devlet olmanın koşulu da bu.

Yılın son gününün sorusu şu: Peki şimdi ne olacak? CTP’nin “ben Türkiye’ye karşı dik durdum, onun için 13. maaşlar ödenmiyor” sözleriyle yaptığı Don Kişot’luk, sol düşüncenin namusunu mu kurtaracak? CTP ve “Türkiye ne seni, ne paranı” diyen bilumum zatlar CTP’ye destek verecek mi? Özetle, 13. Maaşlar ve para konusu solcuların imtihanı olmuş durumda, zira sağcılar zaten attıkları imzanın ve yaptıklarının arkasındalar…