BDP tarafından düzenlenen, GABB tarafından desteklenen “Kentsel Politikalar Konferansı”nda Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i dinleyince, bir Diyarbakır’lı olarak Baydemir’in hem aklımla alay ettiği ve hem de yine biz Diyarbakırlıların deyişiyle beni Heno yerine koyduğu hissine kapıldım.


Malum yumurta kapıya dayandı, arpalığı kapma ve siyasal yarış kıran kırana başladı. Her siyasal parti ve siyasetçi Diyarbakır halkının hasretinden ne kadar prangaları eskittiğini gösterme çabalarıyla birlikte ne kadarda Diyarbakır’ın kadim bir kent olduğunu anlatmaya başladılar.


Mezopotamya’nın kalbi Diyarbakır kuşkusuz kadim bir şehir lakin bana kadim ve dürüst gelmeyen siyasetçilerin saf ve mazlum halk üzerindeki kirli hesap ve çıkar politikalarıdır.


Baydemir konuşmasında:


“Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin dürüstlük, şeffaflık ve demokratik katılımcılık, sunulan her hizmetin aşamasında hesap verilebilirlik, hizmette yerindeliği ön plana çıkarma, kararları halkla birlikte alma, hizmet üretiminde sosyal ve çevresel etkilerin gözetilmesi ve hizmet sunumunda cinsiyet eşitlikçi yaklaşım ve politikaların benimsenmesi gibi ilkeleri 10 yıl boyunca uyguladık.”dedi.


Devamında da Baydemir; kimlikli bir kent yarattıklarını, imar ve ulaşım mastır planlarını eş başlı olarak hayata geçirdiklerini, aktif katılan STK’ların yanı sıra ihtiyaç analizleri için halk arasında saha araştırmaları yaptıklarını ve tüm imara ve ulaşım politikalarını sosyal bir proje olarak ele aldıklarını söyledi.


Buyurunuz, güler misiniz, ağlar mısınız?


Şimdi çevrem, ailem ve dostlarım “Cüneyt sana mı kalmış gerçekleri yazmak? Sigortası atmış yazıları yazmakla, kendini hedef göstermekle eline ne geçer? Bırak kim ne yapıyorsa yapsın sana ne be kardeşim?” Vs... diyor ve kızıyorlar. Hatta kimi amcam ve yeğenlerim bana küsmüş, konuşmuyorlar. BDP ve PKK’yi eleştiriyorum diye.


Nasıl ki geçmişte birileri sözüm ona devletin menfaatine yönelik cinayetleri örtüyor, öbürü sözüm ona halkların bağımsız ve özgür hakları için işlenen cinayetlerin üstünü örtüyor idiyse, şimdi de birileri süslü-püslü cümlelerle kendi çıkarları uğruna kirli bilgilerle halkı aldatmasına karşın nasıl susayım?


Susmak sorunu çözer mi?


Çözecekse o zaman hepimiz susalım, koyun olalım. Sömüren sömürsün, ezen ezsin, ezilen ezilsin, altta kalanların canı çıksın, şimdiye kadar çıktığı gibi.


Kendi çocuklarını yiyen ve yanında parmaklarını kesen, kendine hep düşman arayan ve düşmanlığın karanlık kavramı üzerinden düşman gören ve ötekileştiren, kendisi öteki olan, kendi çocuklarını kurban eden, sonra da kurbanlarına ağlayan bir garip memleket olmaya devam mı edelim?
Soruyorum; Allah aşkına, bu mübarek ayın aşkına ve inandığınız bütün değerler aşkına Osman Baydemir ne zaman halka hesap verdi? Hangi halka hesap verdi? Neyin hesabını verdi? Hesap verdiyse bunun faturası nerededir? Bu nasıl hesap verebilirliktir?


Evet doğrudur; Osman Baydemir hesap verdi. Ama halka değil.


Kime hesap verdi?


KCK’ye, PKK’ye, Öcalan’a ve yanında çalışan KCK elemanına verdi. Eğer 10 yıl boyunca Baydemir hesap vermişse, o da bize, yani halka değil KCK’ye vermiştir. Belediye başkanı seçildikten sonra sadece BDP’nin değil Diyarbakır’da yaşayan 1,5 milyon halkın da başkanı olan Baydemir, KCK’ye mi hesap vermeliydi yoksa 1,5 milyon halka mı?


Baydemir “Kimlikli bir kent yarattık” diyor.


Wey maşallah!...


Gerçekten dünya kentlerinin ve ülkemizin Batı yakasındaki kentlerin kimliklerini görüp yaşamazsam, kirlilikten geçmeyen kente, gerçektende kimlik kazandırıldığına inanmış olacağım.


Bir kentin kimliği nasıl elde edilir veya bir kent nasıl bir kimliğe sahip olur?


Ekonomi ve hizmet anlamında nasibini alamamış, hizmet alması engellenmiş, kısmeti baronlara yedirilmiş, ekonomisi haraçlara bağlanmış, yatırımları bombalanmış, cambazlara peşkeş çektirilmiş ve can çekişen duruma getirilmiş bir kentin nasıl bir kimliği olabiliyor?


On yıldır değişmeyen, paslı, kirli, çöpleri temizlenmeyen ve çöp kutuları olmayan bir kentin kimliği nasıl oluyor?


Neredeyse yirmi yıldır değişmeyen ve onarılmayı bekleyen Diyarbakır caddeleri, caddelerin üzerinde toz, kir ve pasaklıkla medeniyetin ve modern hayatın yüz karası olan bir görüntüyle mi Diyarbakır kenti kimliğini kazandı?


Kent İnsanlarının hırsızların korkusundan kapılarını çelikle, balkonlarını demirlerle ördüğü ve adeta kendi evinde hapis hayatını yaşadığı, 11 bin kayıtlı hırsızla birlikte sayıları 20 bini bulan hırsızların egemen olduğu, uyuşturucunun ilkokullara kadar düştüğü, fuhuşun ve her türlü rezilliğin ayyuka çıktığı bir kentin kimliği nasıl oluyor?


Yıllardır PKK’nin halktan haraç alma, yatırımları bombalama, barajları dinamitleme ve yatırımları engellemelerini görmezlikten gelerek, kentin açlıktan Afrikalılaşmasına göz yumarak, eğitim açısından ülkenin son sıralarda yer almasını sağlayıp cehaleti ve sefaleti yayarak mı bu kente kimlik kazandırdınız Sayın Baydemir?


Siz bir defa “kurşun atmak haramdır” dediniz, Öcalan “otur oturduğun yerde” dedi ve yanınıza eş başkanı atadı. Ondan sonra gıkınız bile çıkmadı.


Susarak mı bu kente kimlik kazandırdınız Sayın Baydemir?


Yooo… Sayın Baydemir, dünya yese bile, ben yemem. Kusura kalmayın.
Biz Diyarbakır halkı olarak şuan Montaigne’nin sözünü yaşıyoruz.


Montaigne “aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor. Sadece sen, yanlışlar üzerinde hayal kuruyorsun” diyor.


Şimdi Diyarbakır halkıma soruyorum; bizim bütün hayatımız yanlışların üzerinden hayal kurmakla geçmedi mi?