Abdullah Öcalan’ın MİT mensubu Ali Yıldırım’ın kızı Kesire Yıldırım ile evliliğini MİT’in yapmadığını, onların severek evlendiğini söyledi. PKK ile MİT arasındaki ilişkiyi araştırmasına rağmen bir sonuca ulaşmadığını kaydeden Tuğ, Şamil Tayyar’ın “Genelkurmay 2. Başkanı Org. Turgut Sunalp, Baki Tuğ'a telefon ederek Abdullah Öcalan'ın kendi adamları olduğunu ve bırakılması gerektiğini söyledi" yönündeki iddialarına da cevap verdi. İddiaların gerçeği yansıtmadığını belirten Tuğ, Uğur Mumcu’nun da konuyu araştırdığını; ancak böyle bir talebin ne MİT’ten ne de Turgut Sunalp'ten gelmediğini savundu. 12 Mart 1971’de gerçekleştirilen askeri muhtıra hakkında bilgi veren Baki Tuğ, ülkedeki Marksist bir ihtilalin, Kara Kuvvetleri eski Komutanı Faruk Gürler Paşa'nın saf değiştirmesiyle son anda engellendiğini anlattı. Tuğ, “İhtilal gerçekleşseydi ölüm listeleri hazırlanmıştı. Bir çok siyasi ve iş adamının ismi listelerdeydi. Koç ve Sabancı’nın isimlerini de listelerde bizzat gördüm.” dedi.

"ASIL BÖLÜCÜLÜK 1960 DARBESİNDEN SONRA BAŞLAMIŞTIR"

Baki Tuğ, 1960 darbesinin mağdurlarından birisi. Babası, Gümüşhane DP İl Genel Meclisi Üyesi olduğu için tutuklanıp Sivas kampına götürüldü. Darbe olduğunda, Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisi olduğunu kaydeden Baki Tuğ, Demokrat Parti'li bir aile oldukları için gözlerin sürekli üzerlerinde olduğunu kaydetti. O dönem büyük sıkıntılar yaşadığını anlatan Tuğ, “Sadece bizim ailemiz değil, birçok aile sıkıntı yaşadı. O dönem sürekli devlet üzerinize geliyor, suçunuz olsun olmasın toplum içinde suçlu sayılmanız için DP’li olmanız yeterliydi. Biliyorsunuz, ‘kuyruk’ tabiri, o dönem DP’liler için uydurulmuştur. Birliği sağlayalım derken, birlik ve bütünlük bozulmuştur. Asıl, bölücülük olayları 1960 darbesinde başlamıştır, bana göre. Bir ülkenin vatandaşı, başka bir siyasi partiye mensup oldu diye, kuyruk diye nitelendirilmiştir. Fatih Rüştü Zorlu’ya da, Adnan Menderes’e de, Hasan Polatkan’a da yazık olmuştur. Kim vurduya gitmişlerdir. Hasan Polatkan gibi bir Mmaliye Bakanı'na şu ana kadar Türkiye sahip olmamıştır. Bu açıdan 27 Mayıs darbesinin desteklenmesi söz konusu olamaz.” diye konuştu.

Baki Tuğ, Deniz Gezmiş ve arkadaşları Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanırken kamuoyunda bilindiği gibi asıl savcı değil, yardımcı savcı olarak görev yaptığını anlattı. Asıl savcının bir yıl önce vefat eden Kerhamettin Çelebi olduğunu anlatan Baki Tuğ, Kerhamettin Çelebi'nin olmadığı dönemde davalara kendisinin çıktığını ifade etti. Tuğ, "Sıkı yönetimde davalar yoğundu. Davaları tek savcı ile götürmek mümkün değildi. Her davanın yardımcı savcıları vardı. Bu idamların, 27 Mayıs idamları ile alakası yoktur. 27 Mayıs darbesi ile 1971'de olan idamların bir ilgisi yoktur. 27 Mayıs idamlarını temyizi olmayan, yüksek adalet mekanizması olmayan, Milli Birlik Komitesi’nin mahkemesi vermiştir. Kontrol mekanizması yoktu. Halbuki, askeri yargı anayasal bir müessesedir. Askeri yargı kararlarını vermiş, karar Askeri Yargıtay'dan geçmiş, TBMM de uygun bulmuştur. O açıdan iki davayı mukayese etmek söz konusu edilemez. Birisi anayasal müessese diğeri bir komitenin bir örgütlenmedir.” diye konuştu.

“DENİZ GEZMİŞ’İN DAVASINA GÖRÜŞLERİMDEN DOLAYI ATANMADIM”

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi ile ilgili görevli biri olarak konuşmasının mümkün olmadığının altını çizen Baki Tuğ, savcı olarak karar verdiklerini, karar sürecinin görev yetkilerinin dışında olduğunu kaydetti. “Her şeye rağmen, hiçbir Türk çocuğu bu tür uygulamalarla yok edilmesin.” diyen Tuğ, “Komünist ihtilal gelseydi Türkiye’de bir çok kişi katledilecekti. Dünyada bunun örnekleri mevcuttur.” dedi. Baki Tuğ, dünya görüşlerinden dolayı bu davaya savcı olarak atanmadığını sözlerine ekledi.

“SABANCI VE KOÇ’UN İSMİ ÖLDÜRÜLECEK KİŞİLER ARASINDAYDI”

Ülkedeki Marksist bir ihtilalin başarısının etrafını temizlemekten geçtiğini ifade eden Baki Tuğ, 1971’de bir ihtilalden sonra öldürülecek üst kademedeki insanların tespit edildiğini anlattı. “Hükümet görevlileri, askerler, iş adamlarından etkili ve yetkililerden arasında kendilerine engele olacak kişileri tespit etmişler, düzenlemişler, dosyalarına koymuşlardı. Bir kısımı da bizce malumdu. Hedeflerinde büyük iş adamları vardı. Para babaları. Sabacı ve Koç’un isimleri listedeydi.” ifadelerini kullandı.

 “GÜRLER PAŞA İKNA EDİLMESEYDİ TÜRKİYE’DE BİR KOMÜNİST İHTİLAL GERÇEKLEŞMİŞTİ”

Baki Tuğ, Türkiye’deki sol hareketlerin 1960 darbesinin ardından kuvvetlendiğini ifade etti. Solun, Cumhuriyet, Akşam ve Devrim gazetelerinin önderliğinde örgütlendiğini belirten Tuğ, 1971 muhtırası konusunda şunları anlattı: “Türkiye’de atmosfer son noktaya gelmişti. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç Paşa olayı görüyor. Birlikleri sürekli uyarıyordu. Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı da o örgütlenmenin içindeydiler. Bu nedenle, Memduh Paşa, komuta kademesini toplamış ‘Dikkatli olun,Türkiye’de soldan gelen bir rüzgar var. Bir ihtilal olabilir. Buna karşı tedbirli olun!’ demiştir. Ayrıca bunun için bir korgenerali de görevlendirmiştir. Bahçelievler’de yapılan bir toplantıya o korgenerali göndermiştir. Toplantı da ihtilal görüşmesinin yapıldığı bir toplantıydı. O toplantıda nelerin konuşulduğunu kaydetmiş ve getirip Genelkurmay Başkanı'na dinletmiştir. O konuşmalarda, konuşulanlardan birisi de ‘Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’i vasıta olarak kullanacağız. Ondan sonra yönetimi elimize alıp Mısır’da olduğu gibi Türkiye’yi kendimize göre şekillendireceğiz.’ konuşmaları olmuştur. Bu konuşmaları, Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler Paşa’yı çağırıp dinletmiştir ve ‘Faruk Paşa, 'aklınızı başınıza toplayın siz de gedeceksiniz biz de gideceğiz' uyarısında bulunmuştur. O saatten itibaren, Faruk Gürler Paşa, Genelkurmay Başkanı'na bağlanmış ve tedbirlerini almış. İhtilal liderliğinden vazgeçmiş ve 1971’de olacak ihtilale 9 martta yapılan ‘el koyma toplantısı’ndan bu iş olmaz deyip çıkmıştır ve ihtilali engellemiştir. Faruk Gürler Paşa ikna edilmeseydi Türkiye'de bir komünist ihtilal olmuştu.”

“DEVLETİ TEMSİL EDEN SİYASİ İKTİDAR HER TÜRLÜ TEDBİRİ ALABİLİR”

Baki Tuğ, daha önce verdiği bir röportajda “Devlet eğer bir güce karşı ise başka bir şeyi kullanmak isterse bunlar olur. Gayet normaldir. Devletin uyguladığı stratejidir.” sözlerine ise açıklık getirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisini koruması olayının asıl olduğunu ifade eden Tuğ, korumama olayının istisna olduğunu vurguladı. Tuğ, şöyle konuştu: “Almanya’da meşhur bir çete davasında bir sürü mahkum öldürüldü. Devlet buna, ‘mahkumlar intihar ettiler’ dedi ve üzerine oturdu. Bizde yapılır mı yapılmaz mı? O Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenlerin etkisi ve yetkisi dahilindedir. Onlar, ne düşünürlerse, o tedbiri almak mecburiyetindedirler.”

“ABDULLAH ÖCALAN’I CEZALANDIRMAYA NE BENİM NE DE İNSANOĞLU’NUN GÜCÜ VARDI”

Baki Tuğ, terör örgütü PKK ve lideri Abdullah Öcalan'la ilgili de önemli bilgiler verdi. Şamil Tayyar’ın, “Genelkurmay Başkanı Turgut Sunalp’in emri ile Abdullah Öcalan’ı serbest bıraktı.” yönündeki iddialarının asılsız olduğunu yineleyen Baki Tuğ, “Böyle bir şey kesin bir şekilde söz konusu değildir. Bu altından çıkılmaz iftiradır.” dedi. Baki Tuğ, Abdullah Öcalan’ın tutuklanması olayı ilgili şunları anlattı: “Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşları öldürülmüştü. Olayları öğrenciler protesto etmişler ve göz altına alınarak bana getirilmişlerdi. Ben sıkı yönetim mahkemesinde, nöbetçi savcıydım. Dolayısıyla protesto yürüyüşüne katıldıkları yönünde yeterli delil olduğu için mahkemeye sevk ettim ve tutuklandılar. Ondan sonra ben soruşturmayı devam ettirdim ve davamı açtım. Bu 22 öğrenciden bir tanesi de Abdullah Öcalan’dır. O günde Abdullah Öcalan’ı tespit etmeye ve farklı şekilde cezalandırmaya ne benim gücüm vardı ne de insanoğlunun gücü vardı. Böyle bir şey söz konusu değildir. Abdullah Öcalan, 22 öğrenciden birisiydi benim için. Abdullah Öcalan’ı sıkı yönetim faaliyetlerine aykırı hareketten 6 ay ceza aldı.”

“MAHKEMENİN BENİ HAKLI BULMASI YANLIŞ YAPMADIĞIMIN GÖSTERGESİDİR”

Baki Tuğ, Abdullah Öcalan’dan dolayı iddianameyi değiştirdiği yönündeki iddiaların doğruyu olmadığını ifade etti: “Savcı iddianamesini yazar, en ağır suçlamalarla mahkemeye sevk eder. Mahkemede sanıkların lehine deliller çıkar, savcı olarak siz de yeteri deliller sunmazsanız suçun vasfı değişir. Ben de bu arkadaşlar hakkında gerekli işlemleri yaptıktan sonra komünizm propagandası yaptıkları yönünde yeterli delilim yoktu, devlet ve hükümeti tahkir suçları ile de iddia etmem söz konusu değildi. Bu nedenle benim diğer suçlardan beraatlerini, sıkı yönetim kanunlarına muhalefetten ise tutuklanmalarını talep etmiştim. Mahkeme de benim talebimi haklı bulmuş sıkı yönetim kanunlarına muhalefetten ceza varmişti. Bu benim, yanlış yapmadığımın kanıtıdır. Burda Abdullah Öcalan’ı himaye etmem söz konusu değildir. Bu sayın Şamil Tayar’ın yanılgısıdır.”

“UĞUR MUMCU DA BU OLAYIN ÜZERİNDE DURUYORDU”

“MİT'ten böyle emir geldi, Baki Tuğ Abdullah Öcalan’ı serbest bıraktı.” yönündeki iddiaların bölücü sol tarafından uydulan bir yalan olduğunu savunan Baki Tuğ, “Sayın Uğur Mumcu bu işin peşinde koşuyordu. Eğer böyle bir şey olsaydı ona verirdim. Hatta gözden kaçırmışımdır diye böyle bir belgeyi dönüp araştırdım. Ama yok, yok, yok. Bu işin üzerinde bu kadar duranların iyi niyetine kani değilim.” dedi.

“PKK’YI MİT’İN KURDUĞU KANAATİNİ TAŞIMIYORUM”

Baki Tuğ, PKK’yı MİT’in kurduğu yönündeki iddiaları reddetti. “MİT deli mi?” diyen Baki Tuğ, MİT’in görevinin devleti tahrip etmek ve siyasi iktidarları etkisiz hale getirmek için faaliyet gösteren örgütleri tespit etmek ve milletin birlik ve beraberliğini korumak olduğunu vurguladı. MİT’in PKK’yı kurduğu inancı taşımadığını dile getiren Baki Tuğ, Doğu Perinçek’in “PKK’yı MİT kurdu” iddiasını ise şu sözlerle yorumladı: “Onun şahsi kanaatidir. Bir şeyi, ispatsız, söyleniyorsa o şey gerçek değildir.”

“DOĞU PERNİÇEK’İN ALLAH YARDIMCISI OLSUN”

Doğu Perinçek’in de sıkı yönetim mahkemelerinde yargılandığını hatırlatan Baki Tuğ, Perinçek’in yargılandığı davadan 24 yıl hapis cezasına çarptırıldığını, 1801 sayılı af kanunundan yararlanmak suretiyle serbest kaldığını ifade etti. Tuğ, “Şu an tutuklu biri hakkında bir şey söylemek yanlıştır. Allah yardımcısı olsun.” şeklinde konuştu.

“ÖCALAN’I KESİRE İLE MİT EVLENDİRMEDİ”

Abdullah Öcalan’ın MİT mensubu olduğu yönündeki iddiaların, eşi Kesire Yıldırım’ın babası Ali Yıldırım’ın MİT mensubu olmasından kaynaklandığını dile getiren Baki Tuğ, şöyle konuştu: “Abdullah Öcalan’ın Kesire Yıldırım'la evlenmesini bir sevgi, arkadaşlık sonucu olmuştur. Abdullah Öcalan’ı MİT evlendirmedi. Abdullah Öcalan ile Kesire Yıldırım, arkadaşlık yapmak suretiyle gençlik parkındaki bir nikah paketinde nikahlandılar. Burada MİT’in dahli var mıdır yok mudur, bilmiyorum. Burada Kesire Yıldırm Abdullah Öcalan’la evlenmişse PKK mensupları bu olayın gerçekleşmesi için Abdullah Öcalan’a yardımcı olmuş olabilir. Çünkü baba MİT’te çalışıyor. Elbetteki kızının baba ile konuşmalarından bir şey sızdırmak istiyorlarsa mümkündür, öğrenebilirler.”

Öcalan’ın, okul yılları ile ilgili bilgiler veren Tuğ, Öcalan'ın önce Tapu Kadastro Okulu’nda burs kazandığını, parasız öğrenci olduğunu ifade etti. Baki Tuğ, Öcalan’ın okulu bitirdikten sonra, Diyarbakır’a tayin olduğunu sonra da Ankara Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırdığını söyledi.

Baki Tuğ, “Abdullah, Öcalan ile MİT arasındaki ilişkiyi araştırdınız bir sonuca ulaşamadınız mı?” sorusuna şu cevabı verdi: "Bizim bunu çözme şansımız yoktu, olamazdı. Çünkü, MİT Türkiye’de istihbaratın en büyük kaynağı. Kimi kullanır, kiminle ilişkisi vardır, bunu bilmemiz olanaksızdır. "

“SOL İÇERİ ALINDI, APO DDKO’YU KURMAK İÇİN GÖREVLENDİRİLDİ”

PKK’nın, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra diğer sol örgütler gibi bitirilmediğinin hatırlatılması üzerine Tuğ, “Başlangıçta, bu olayların içinde Abdullah Öcalan yoktu. Başlangıçta, Ahmet Demir ve Mehmet Demir gibi iki öğrenci vardı. Bu öğrencilerin ikisi de Güneydoğu'nun temsilciliğini yapıyordu. Abdullah Öcalan sol içeri alındıktan sonra, Devrimci Doğu Kültür Ocakları tekrar gündeme gelmiş. PKK o şekilde oluşmuştur. 1980’e kadar ismi yoktur. Darbeden sonra, dağınık Güneydoğu derneklerini toplamak için Abdullah Öcalan bu iş için görevlendirilmiştir, PKK’da zaten öyle kurulmuştur.” diye konuştu.

 

CİHAN