YAŞAMAKTA olduğumuz kimlik bunalımı nedeniyle son yıllarda gazetecilik nedir, gazeteci nasıl davranmalı türünden sorular sıkça tartışılmaya başlandı. Bahsettiğim kimlik bunalımının ne olduğu, Başbakan'ın beş yayın yönetmeninin karşısına oturduğu televizyon programında açıkça görüldü. O programı izleyip de Türk basınının ne kadar büyük bunalım yaşadığını görmeyen kalmamıştır tahmin ediyorum.
Yandaş, taraf olma sorunlarının dışında gazeteciliğin ne olduğu konusunda devam etmekte olan çok daha masum ama hayli ateşli bir tartışma da vardı.

ATEŞLİ TARTIŞMA
O tartışmanın tarafları sit-com gazetecilik ve ona karşı olanlar diye adlandırılabilir.
Bu tartışmada tarafların bazen hayli ateşlenebilmesini sağlayan sit-com gazetecilik fikrinin Ertuğrul Özkök'e ait olmasıydı sanırım. Ona tepki duyanlar da tepkilerini kavrama saldırarak sergiliyorlardı.
Sit-com gazetecilik, muhabir ve yazarın yazdıkları konuya kendilerini de dahil edip her konudan şahsileştirilmiş bir konu çıkarmalarıydı. Böylece yazılar objektif değil olabildiğince sübjektif de oluyordu, ama bu sübjektiflik tarafsızlığı bozan bir şey de değildi. Amerikan televizyonuna ait bir kavram olan situation comedy'nin kısaltılmışı olan sit-com, habere ve yoruma şov yönünü de kattığından okuyucuya sevimli gelmesi ihtimali de büyüktü.

CİDDİYET SORUNU
Ama bu kavrama karşı olanlar sit-com gazeteciliğin mesleğimizde mutlaka olması gereken ciddiyete karşı olduğunu belirterek bundan hoşlanmadıklarını söylüyorlardı.
Ben sit-com gazetecilik türünün ürünü bir yazarım. Sadece ben değil benimle aynı dönemde yazarlığa başlayan Fatih Altaylı, Ayşe Arman da türün yazarları olarak gelişip oluştular. O dönemde yayın yönetmenimiz olan Ertuğrul Özkök inandığı tür gazeteciliğin arkasında iyi durdu ve kendisi de sit-com yaparken bizlere de şovumuzu yapma imkânını açtı.
Yıllar içinde sit-com gazeteciliğe yönelik bir tepki oluştu. Bu tepkide türün uygulayıcılarına yönelik kıskançlık duygularının da etkisi büyüktür. Ve sonunda ciddi gazetecilik ile karşıtlık içinde sunulan sit-com gazeteciliğin silinmesi çabaları yoğunlaştı.
AKP'ye yandaş gazeteciler ve dindar gazeteler de sit-com gazeteciliğe doğal olarak karşıydılar ve merkez basında bu türün silinmesi çabalarının işini de kolaylaştırdılar.
Ertuğrul Özkök'ün görevini bıraktığı gün sit-com gazeteciliğin can çekişmesinin son döneminin başladığı gün olarak kabul edilebilir.

DENGE ÖNEMLİ
Onun yerine yayın yönetmeni olarak atanan Enis Berberoğlu sit-com gazeteciliğe karşı olan, bu tür gazetecilikten pek de haz etmeyen ekoldendir. Bu tabii ki kendi başına eleştirilecek bir konu değil. Bence bir gazetede iki türün birlikte yan yana olması en güzel dengedir. Bugün bence bunu en dengeli ve şık biçimde Habertürk Gazetesi yapıyor.
21 'inci yüzyılda internetin, tabletlerin rekabeti varken kâğıt basınının sit-com unsurunu ihmal etmesi mümkün değildir.
Çünkü bizlerin gazetelerimizi ilginç kılma görevimiz var. (Bu konu, Ahmet Altan'ın başlatmış olduğu "Yazarlık kolay iştir" tartışmasına da bağlanıyor. Ben bu konuya da ayrı bir yazıda daha sonra kapsamlı bir şekilde girmeyi düşünüyorum) Hemen her haberi özelleştirerek tabii ki bunu yapabiliriz veya başka gazetelerde olmayan haberleri bularak da mümkün bu, ama elde imkân varsa sit-com yapmak bazen gazetelere renk ve tat katabilir.

VE ZAFER
Ben süregiden tartışmayı sonunda sit-com gazeteciliğin kazanacağına inancımı hiç kaybetmedim. Çünkü dünyanın gidişatı o yöndeydi.
Ve sonunda beklediğim oldu. Sit-com'cu yayın yönetmeninin yerine gelen Enis Berberoğlu dün tüm sit-com'ların anasını yaptı. Şemdinli'de dağa çıkıp masa kurdurup kahve içti ve fotoğrafını da gazetesinde yayınladı.
Sadece bu fotoğraf bile sit-com'un illa da gayrı ciddi olmasının gerekmediğinin kanıtıdır. Sit-com'un bize sağladığı ilgi çekme, şov yapma fırsatını iyi kullanırsak Şemdinli gibi son derece ciddi ve iç karartıcı bir konuya şık bir ciddi yorum getirebiliriz.
Dün sit-com gazetecilik bir zafer kazandı; dün, Ertuğrul Özkök'ün, internet sitesinde bu fotoğrafı bugünü bile bekleyemeden övmesi de belki yıllar sonra kendi anlayışının haklı çıkmasından duyduğu sevincin bir sonucudur.

 

Başbakan karşısında gazeteciler

AKŞAM Gazetesi'nde yayın yönetmeniyken bu kanalın satılmasını "Laiklerin Son Kalesi de Düştü" başlığıyla vermiştik. Manşet yapılmıştı bu haber. Bunun manşet yapılacak kadar önemli olup olmadığını soranlara bu cevap aradan hayli zaman geçtikten sonra önceki gün verildi. Başbakan Gülen Cemaati'ne hayli yakın duran bu televizyon kanalında beş yandaş yayın yönetmeninin karşısına geçti ve "soruları" cevapladı.
Ben bu tür olayları seyredince acaba başbakanlık bir karar mı aldı diye düşünüyorum. Hatırlayın eskiden başbakanların millete hitap zamanları vardı. Hemen her ay başbakanlık kanallara başbakanın konuşacağını bildirir ve aynı saatte tümünün ekranlarını açmalarını söylerdi. Bunda demokrasiye aykırı bir şey yok, çünkü aynı uygulama ABD'de de var. Ama sonra bu uygulamadan vazgeçildi. Ve galiba aynı halka konuşmasını, başbakanın karşısına bazı yayın yönetmenlerini alarak yapmasına karar verilmiş olsa gerek. Çünkü son gördüğümüz programda olduğu gibi yandaş yayın yönetmenleri sordukları sorularla başbakanın söylevini yapmasına ve konuları açmasına yardımcı figüranlar sadece. Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Star Gazetesi Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, Bugün Gazetesi Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt, Türkiye Gazetesi Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, Sabah Gazetesi Yayın Yönetmeni Erdal Şafak bu görevlerini son derece başarıyla yaptılar.

BAŞBAKAN ŞUNU BİLSİN
Her istediğini hiç sorgulanmadan anlatmanın rahatlığına düşebilecek Başbakan Erdoğan şunu bilsin ki, bu tür uygulamalardan kısa vadede yarar sağladığına inansa da uzun vadede bu işten kendisi zararlı çıkacaktır.
Çünkü bu memlekette sadece yandaş veya ne olursa olsun muhalif olan gazeteciler dışında kalabilen gazeteciler de var. Başbakan ve hükümeti iyi bir iş yaptığında bu grup bunu rahatlıkla savunur; çünkü kronik muhalif olmadıklarından eleştirilecek bir iş de görseler bunu makul ölçüler içinde rahatlıkla söylerler. AKP iktidarına asıl temelli ve uzun vadeli yararlı desteği sadece bu grup gazeteci vermektedir. Sadece onların bir değeri vardır. Çünkü destekte objektif dengeyi onlar sağlamaktadır ve onları okuyanlar desteğin makul nedenleri olduğunu görüp yapılan işe daha da inanmaktadırlar. Buna karşılık yandaşların gözükara desteğinin Başbakan'a hiç yararı yoktur. Onlarla yapılan programlar sadece prestij kaybı getirmektedir. Övülen işte gerçekten övülecek yan olsa bile bunu izleyenler "Övgüyü bunlar yapıyorsa yapılan işin değeri yoktur" diye düşünmektedir. Bu iktidar açısından son derce tehlikeli bir durumdur. Başbakan'ın gerçek bir basın toplantısı programına çıkması zamanı çoktan geldi bana kalırsa.



(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)