Birkaç ay önce, şiddet gören kadınların dramını yazmış olduğum şiir’in çevremde büyük yankı uyandırması beni oldukça şaşırtmıştı.  İlk olarak, Southgate Kolej’in  “Dünya Kadınlar Günü” için düzenlemiş olduğu proğramda okuduğum bu şiir, dinleyenlerin oldukça ilgisini çekmişti.  Bu defa, yine Southgate Kolej’in düzenlediği sene sonu proğramında tekrar okumam istenen şiir, tercüme edilen 5 farklı dilde ve 5 değişik etnik kökenli kadın tarafından konuklara okundu. 

 

Salonda bulunan konuklar arasında şiir okunurken gözyaşlarına hakim olamayan kadınların da oluşu, aslında bu dramı, hangi milletten olursa olsun birçok kadının çektiğini haber veriyordu.  Haber, Türkçe gazetelerde yayımlandıktan sonra da çevremde oluşan kadınların şiddet gördüklerini dile getirmeleri daha da şaşırtıcıydı.  Bu şiir’i yazışım ve sonrasında oluşan gelişmeler açıkçası şiddete olan bakış açımı daha da genişletti.

 

Ne kadar kadın bu zulme maruz kalıyordu böyle?  “Aman Allah’ım” dememek mümkün değildi.  Neydi erkekleri bu zulmeti işlemeye iten sebepler? Ve, neydi kadınları bu zulmete sabretmek zorunda bırakan nedenler? Hangi içgüdü ile işleniyordu bu vahşet?  Aslında yazının tamamını bu türden sorularla doldurabilmek mümkün.  

 

O kadar vahim durumlar var ki hayat duvarlarının arka planlarında, ve o kadar “sessiz çığlıklar” haykırıyor ki bu vahşeti, ama bizler duyamıyoruz.  Bazen duymak istemiyor, bazende duyduğumuz halde kulaklarımızı tıkayıp duymazdan geliyoruz.  Tabi her evde olur böyle şeyler diyebiliriz.  Fakat şunu ayırmak lazım, geçimsizlik ve tartışmalar elbette bir çok evde zaman zaman yaşanabilir, fakat “şiddet’i” görmemezlikten gelmek ve duyarsız kalmak, o kötülüğe ortak olmaktır aslında.

 

Yukarıda sorduğum soruların cevaplarının arayışına girmemiz gerekir diye düşünüyorum.  Çünkü “şiddet batağına” düşmüş olan erkekleri de yetiştiren, biz “anne-babalar” değilmiyiz?  Biryerlerde yapılan yanlışlıklar olmalı.  Kendi nesillerimize yapılan bu eziyetlerden dolayı, kendimizi’de hesaba çekmeli, bunda ne kadar payımız olduğunu düşünüp bulmalıyız ki bu sorundan kurtulabilelim. 

 

“Neden böyle oldu? ve Nasıl düzeltebiliriz?” Sorularının cevaplarını bulmaya çalışarak yola çıkmamız daha doğru olacaktır.  Önemli olan, mevcut durumu, sırf deşmiş olmak için deşmek değil, çözüm yolları üretme çabasına girebilmektir.

 

Bu konuyu düşünürken, ilk eşinden şiddet gördüğünü yeni öğrendiğim bir bayanın görüşlerini almak için şu soruyu yönelttim. 

 

-“Şiddet batağına düşen erkekleri yetiştiren de anneler değil midir?” 

 

Ve aldığım cevap şu oldu.

 

-“Sadece anneler değil,  babalarda çocukları yetiştiriyor ve baba sevgisinden yoksun büyüyen erkek çocuklar,  özellikle güvensiz yetişiyorlar ve özellikle eşlerine güvenmiyorlar.  Bu da kıskançlıkla başlayıp güvensizlikle devam ediyor.  Ben aile terapist’i gördüğümde bana şöyle demişti.  Erkekler, annelerinden sevgiyi, babalarından güveni alırlar.  Güven eksikliği olan erkekler genelde şiddete baş vururlar.   Ben bu söze çok inanıyorum, erkek çocuklar baba ile iyi değil iseler sorunlu oluyorlar gerçekten.”

 

Aslında, bu sözlerin üzerine çok da eklenecek birşeyler yok gibi.  Şiddeti bizzat yaşamış bir kadından duyulan bu sözler durumun vehametini açıkça ortaya koymaktadır.  Ve bu sözleri duyduğum ilk şiddet gören kişi değildi bu bayan.

 

 Nasıl böyle oldu? 

 

Eski zamanlara baktığımızda, toplumumuzda evlenen gençlerin büyük çoğunluğu aile büyükleri ile aynı evde yaşamak zorunda kalmışlar.  Daha sonra kendileri de anne baba olan çiftler, evlatlarını yetiştirirken onları kendi anne-babalarının yanlarında ne kucaklarına alabilmiş ne de doyasıya öpebilmişler.  Sevgisini içinde bastırmaya çalışan anne-babalar ve o eksikliğin yerini başka bireyler tarafından doldurmaya çalışan çocuklar vardı ortada.  Yada yoğun bir iş hayatına dalan ve eviyle gerektiği gibi ilgilenemeyen babalar ile, evin tüm sorumluluğunun üzerine yıkıldığı anneler.  Sabahtan akşama kadar sokakta vakit geçiren çocuklar.  İşte, bahsettiğimiz sevgi ve ilgiden yoksun o çocuklar, şu anda kendileri anne-baba oldular. 

 

Tabiki günümüzde şartlar değişti.  Şu an’a baktığımızda ortada çalışan babalar ve bu defa hem çalısan hemde ev işleriyle iştigal olan anneler, sokakta oynayan çocuklar yerine de, gününün büyük bir kısmını şiddet içerikli bilgisayar oyunları oynayarak yada televizyon izleyerek geçiren çocuklar var.  Baba, çocuklarının isteklerine yetişmek için daha çok çalışıyor, anne ise, daha güzel bir hayat için çalışıyor. 

 

Bu ebeveynlere sorsak “Neden?” diye, inanıyorum ki “çocuklarımızın geleceği için” diyeceklerdir.  Aslında şu an yapılan da, bir önceki jenerasyonun çağ değiştirmiş versiyonundan başkası değildir.

 

Tabi yukarıda bahsettiklerimiz, şiddet gören bayanın izlenimlerinden yola çıkılması sebebiyle erkeklerin şiddet batağına düşüş sebeplerinden sadece birisiydi.  Elbette bu durumun başka nedenleri de yok değil.

 

Nasıl düzeltebiliriz?

 

Eğer ki bu durumun düzelmesini istiyorsak, ki istemeliyiz de, çoçuklarımıza gerçek anne-baba’lar olmalıyız.  Sevgi ve güven duygusuyla onların yürek açlıklarını doyurmalı, erkek yada kız evlat ayrımı yapmadan onlara gereken sevgi ve güven duygusunu verebilmeliyiz.  Vaktimiz ne kadar az olursa olsun, çocuklarımıza ayıracak kaliteli bir vakti mutlaka bulmalıyız.  Evlatlarımızın bu batağa düşmesini, bugün onlara vereceğimiz yarınlarla engellemeli,  hem kız evlatlarımızı şiddetten korumalı, hemde erkek evlatlarımızın bu batağa düşmesini engellemeliyiz. 

 

Hiç kimse evladını kendi eliyle ateşe atmak istemez öyle deği mi?  O halde, çocuklarımıza “doğru model” olmak için kolları sıvayalım ve bu batağa düşmelerini engelleyelim.  Yuvalarımızı huzur bahçelerine çevirelim.  İlk olarak, ömür boyu mutlu olmak hayaliyle kurduğumuz yuvalarımızı arzu ettiğimiz kıvamına getirelim.  Bırakalım şu üç günlük dünyanın yalan koşturmacalarını ve dönelim yüzümüzü ailemize, evlatlarımıza.  Sevgiye, aşka, güvene ve huzura...

 

Ve artık, son bulsun diyelim bu zulüm...