Küçüktü çocuk, 5-6 yaşlarındaydı, babası pis bir küfür etti çocuğa, sanki Onun babası değilmiş gibi kendi oğluna ‘’Piç ‘’dedi ve kıçına tokadı, tekmeyi bastı. 15 dakika sonra başka bir çocuk gördüm. Lunaparkta ancak bayramlarda başka çocukların yarım saatliğine para ile binebildiği kocaman bir pedallı taksiyi babası Ona hediye almış. Babası, annesi el ele tutuşmuş, çocukta müthiş bir kibir, inanılmaz bir ihtişam. Sonra  genç bir delikanlının annesi ağlıyordu televizyonda bonzai denilen bulması kolay, ucuz, saksılarda bile yetiştirildiği söylenilen uyuşturucuya alışmış  ‘’ tedavi görmek istiyorum ’’ diyor delikanlı ama delikanlılığı falan kalmamış, sanki bedeni 20, ruhu 90 yaşında. Bir haber okudum İnternet gazetelerinin birisinde  ‘’  Benim için mi kollarını kaybettin şerefsiz ’’ demiş terörle mücadele gazisine belediye otobüsü şoförü ve yumruğunu vurmuş suratına, Ankara’nın, yani başkentin göbeğinde. Sonra yine televizyondaki görüntü dikkatimi çekti. Dönüşüm projeleri oluyor  ve toplu konutlar yapılıyor ya, hani eski mahallelerdeki evler boşaltılıyor ve o evlerin yaşayanları yeni yapılan apartmanlara yerleştiriliyor ya, bu insanlar için yapılan apartmanlardan birisi kaçak yapı çıkmış ve insanlar açıkta, çocuklar çadırda, sorumlular ortada yok, herhalde onlar da fiyakalı köşklerinde benim gibi televizyonlardan izliyorlardır olup bitenleri. Şehit haberleri de var. Ben çocukluğumdan beri, gazeteden veya radyodan yada televizyondan  trafik kazası, şehit haberi almadığım, duymadığım bir gün olduğunu pek hatırlamam.

Açılım ve akil adamlar diye bir uygulama var. Açılım demek açılıyorsunuz yani, denizde yüzenlerin açıldığı gibi mi, yelkenlerin açılması gibi mi, böreklerin açılması gibi mi, rüzgarda kızların eteklerinin açılması gibi mi, harpte göğüs göğse muharebede kasaturaların açılması gibi mi, gemilerde iyi havalarda silahların veya cihazların üzerine örtülen brandaların  ‘’ Fora branda! ’’komutu ile açılması gibi mi ? Yemin ederim ki bilmiyorum. Nedir bu açılım? Açılan kim? Açılan ne?  Nereden nereye, hangi mevkiden  hangi rotaya , hangi güzergaha, hangi hedefe bir açılım? İnanın ki bilmiyorum. Ama  akil adamlar var.  Hani ülkende binlerce siyasetçi, Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, bürokrat, genel müdür, müdür, müsteşar, danışman, bilim adamı, üniversite rektörü, general, amiral  vardır ama hükümet yetkilileri ülkede bütün bunların üstüne 60 kişi kadar bazı insanları seçmiştir ve  ‘’  Siz akil insanlarsınız ve akil olun ve şu işleri, bu yoları düzeltin, halledin!  ’’ demiştir. Acaba akil insanların gerçekten de çok zeki, dahi, deha, üstün yetenekli, müthiş yetenekli oldukları alanlar, sahalar, dallar nelerdir ki, böyle şerefli bir göreve mazhar olmuşlardır ve emirlerine de bir sürü ödenek, imkan, araç falan filan tahsis edilmiştir ve akıllıların akıllısı bu muhteşem zatlar neyi yada kimi düzelteceklerdir. Yemin ederim ki bilmiyorum. Belki de akil adamlarla benim ve benim gibi milyarlarca sıradan, basit, önemsiz insan arasındaki fark işte budur ve işte bu fark yüzünden belki de ben bu açılım ve akil adam muhabbetlerini, faaliyetlerini, girişimlerini asla anlayamıyorum ve anlayamayacağım da.

Birkaç gün önce ilk okul arkadaşımı gördüm. İlk okul birinci sınıfa beraber başlamıştık, sonra öğretmenler ve müdür babasını çağırdı ve okuldan ilişiğini kestiler. Belki Allah Onun bir çok yönünü elbette üstün yaratmıştır ama öğretmenler anlama, kavrama kabiliyetinin eksik, zayıf olduğunu, yapamayacağını söylediler ve arkadaşım okuldan alındı. Otistik gibi şeyler diyorlar bazen anlama, kavrama kapasitesinin bozukluğunu tanımlayan ve  psikiyatr biliminde geçen isimler veriyorlar bu farklı yapıdaki insanlarımıza ama arkadaşım kağıt mendil satıyor ve ben ne zaman Onu görsem mutlaka kağıt mendil alıyorum, bayramda bir çok kağıt mendil parası verdim Ona ve mendilleri sonra alacağımı söyledim ve geçenlerde sordum , bir ihtiyacın var mı diye ’’ karnım aç, paran var mı ’’  dedi ve bunu söylerken vallahi de billahi de utanarak söyledi ve yüzü kızardı ve hemen cebime el attım, cebimden ilk çıkan para denilen illeti yada kağıdı Ona verdim. Şimdi kış, Ondan daha çok mendil almalıyım. Beni ne zaman görse O kahvehanede otururken ‘’gel kahve ısmarlayayım! ’’diyor ve bana kağıt mendil sattığında öyle mutlu oluyor ki, gözleri öyle parlıyor ki, ben mutluluk ışığını gözlerinde böyle yansıtan başka bir yetişkin hiç tanımadım. Bence anlama, kavrama kabiliyeti yüz binlerce akademisyenden, gazeteciden , siyasetçiden, bürokrattan  çok daha fazladır. Kişisel kanaatim aynen böyledir.

Yürürken bunları ve buna benzer şeyleri  düşünüyordum  ama iki ayağı da olmayan delikanlıyı bir kapının önünde dizlerinin üstünde kuş gibi bakarken görünce gözlerim Onun bindiği veya binmesi gerektiği bir akülü sandalyeli araba aradı, yoktu, arabası yoktu. Şimdi Cumhuriyet bayramı geliyor. Havai fişekler patlar. Tüm bu havai fişek paralarından kim bilir kaç tane akülü araba alınır engelliler için. Ben tabi akil değilim, benim aklım, zekam, bilgilerim sınırlı ve kendi kapasitem kendimi bile zor idare ediyor. Ablamın evi yanmıştı ramazandan hemen önce, belediye söz vermiş, biz yaparız demişler ama bir yığın bürokratik işlemden sonra kaymakamlık 3000(üç bin)lira yardım parası vermiş, bizden bu kadar, ödenek ve yetkimiz yok demiş ve olay kapanmış. Akil adamların veya açılıma mazhar olunan yada hatırı sayılır itibarlı bir siyasetçinin veya muhalifin yada isyankar bir hainin evi olsaydı eğer, eminim ki oraya bu kadar zamanda mutlaka bir villa dikerlerdi. Her neyse ! Fazla kafa yormamak lazım, çünkü bizim yoracak kafamız yok, kafa yorma işi akil kimselere mahsustur. ’’ Dost dost  diye nicesine sarıldım, benim sadık yârim kara topraktır ’’diyor Aşık Veysel Şatıroğlu ve ‘’Ağla gözlerim ağla gülmezem gayri, gönül dosta gider gelmezem gayri ’’ diyen Yunus Emre ve ‘’  Aciz kaldım şu gönlümün elinden, benim gitmediğim yollar mı kaldı ’’diyen Karacaoğlan acaba kendilerini hiç akil adam sıfatında görmüşler midir? Hiç sanmıyorum! Kendilerini akil insan gören veya bu sıfatın üzerlerine yapıştırılmasına müsaade eden, sessiz kalan kimseleri tarih akil insan diye kayda geçmez ama Yunus, Karacaoğlan, Veysel Şatıroğlu ve  Neşet Ertaş gibi gönüllerimizi ısıtanlar ,ruhlarımıza tatlı ışıklar sıkanlar akil insan olarak tanımlanmasalar bile (böyle bir tanımlanmaya asla izin vermezlerdi, asla sessiz kalmazlardı) gönül insanı olarak tarih kayıtlarına geçmişlerdir .Orta Çağdan beri bu dünyanın görüp göreceği en son akil insan olan Mustafa Kemal Atatürk ise belki birkaç yüzyıl sonra daha iyi anlaşılacaktır ve daha çok sevilecektir. Çünkü bizim çağımızdaki insan kafalarının içindeki beyin kapasitesi henüz Onu anlayacak kadar akil değil. Nasıl iyi yazdım mı?  Ben de sadece yazıyorum işte! Yazmayı çok seviyorum! Çünkü akil olmadığımı ve Mustafa Kemal Atatürk’ten gayrı akil olmadığını ancak yazdığım zamanlar daha net olarak hatırlıyorum. İşte böyle! ‘’ Yürü bire yalan dünya, Sana konan göçer bir gün, İnsan bir ekin misali, Seni eken biçer bir gün, Ağalar içmesi hoştur, O da züğürtlere güçtür, Can kafeste duran kuştur, Elbet uçar gider bir gün ’’ diyor Karacaoğlan. Şimdi benim  de bir şiir patlatasım geldi ama bu mısraların üstüne şiir yazmaya kalkışmak yaş pastanın üstüne acı kırmızı biber ekmek ve turşu koymak gibi saçmalık olur. Allah akil adamlara daha ziyade akıl fikir ihsan eylesin ! Allah nerelere neden açılıp saçıldığımızı idrak etmeyi biz gariban kullarına da nasip eylesin! Amin! Amin diyen dillere Yüce Rab bal kaymak tattırsın!

Bütün bu anlattıklarım benim yaşadığım bu ülkede veya bu gezegende olmuyor. Ben zaman ve mekan makinesi icat ettim.  Farklı zamanlara ve farklı mekanlara gidiyorum ve gözlemlerimi kafamın çalıştığı, gözlerimin gördüğü, kulaklarımın duyduğu kadar anlatmaya çalışıyorum. Çok şükür bizim ülkemizde, bizim gezegenimizde her şey mükemmel, aynen cennetin bir kopyası mübarek

Vedat Kuşaklı