Murat Karayılan'ın Ahmet Altan'a gönderdiği malum mektuptaki şu ifade çok hoşuma gitti:

"Devlet eşek de olsa binme!"

PKK'nın Kandil'deki Lideri, küçük yaştayken köyünün yaşlılarından duyduğunu söylediği bu sözün orijinalini de dercetmiş: "Dewlet bi ker be jî xwe lé meke."

Kürtçesi de kulağa pek hoş geliyor. O kadar ki muttali olduğum gün ezberlemeye çalıştım.

"Devlet eşek de olsa binme!" sözünün beni çarpan yanı "Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete" misali güvensizliğe işaret eden manası değil.

Mezkur söz belirli bir devlete karşı alınması gereken tavrı işaret etse de bana daha çok devletlerin doğası gereği iğva edici (eşekleştirici) özelliğini hatırlattı.

Unutmayalım: İmam-ı Azam'ın devlet zulmüne karşı o örnek başkaldırısı, devletlere eleştirel pozisyonda durmanın da ifadesidir.

Eleştirel pozisyonunuzu kaybetmenin karşılığında devlet size (gerektiğinde) eşeklik yapar ama gerçekte eşeğe siz mi binersiniz eşek mi size biner, orası biraz netameli.

Neyse, bu kadarı kafi; şimdi gelelim asıl meseleye.

Bu köşeciğin müdavimleri Kürtleri belirli bir gruba indirgemenin yanlışlığını her fırsatta dillendirdiğimi bilir.

"Kim daha Türk: Çölaşan mı Ahmet Altan mı?" (30 Eylül 2011, Yeni Şafak) başlıklı yazım da bunlardan biriydi.

Ahmet Altan bir yazısında "Kürtlerle Türklerin anlaşabilmeleri için Kürtlerin 'gururlu' durmasını sağlayacak, 'beni kızdırırsanız size gösteririm' diyebilmesine olanak verecek, kendisini ezilmiş hissetmemesine yardımcı olacak bir silahlı örgüte ihtiyacı var..." diyerek Kürtlerin 'gururlu' durması için PKK'ya ihtiyaç olduğunu ifade etmişti.

Ben de "Ahmet Altan'ın zihnindeki Kürtler nedir; böyle proletarya, işçi sınıfı gibi bir şey midir?" diye sormuştum. "Hepsi birden varlığını PKK'nın varlığına adamış mıdır? Adamayanların Kürtlükleri sahih kabul edilmeyecek mi? Bütün bir varlığını İslam'a adayan Bediüzzaman Said-i Nursi yeterince Kürt değil midir? AK Parti'yi tercih edenler Kürtlükten çıkmış mıdır? Etnisite asabiyetinin şurada iki yüzyıllık mazisi var. Dünyanın en eski kavimlerinden Kürtler iki yüz yıl önce "kimliksiz" miydiler? Hak ve hukuk mücadelesi vermenin modernist mülahazaların dışında başka yolu yok mu?.."

Sevgili Ahmet Altan bu sorulara karşılık vermedi.

Ne zamanki Murat Karayılan "Taraf gazetesi elini Kürt halkının yakasından çeksin" dedi, çok tuhaf bir şey yaptı.

Tuttu benim kendisine yönelttiğim soruların hülasasını Murat Karayılan'a sordu: "Sen kim olarak bütün Kürtlere emirler yağdırıp talimatlar veriyorsun, atası mısın, ağası mısın, efendisi misin?.."

Murat Karayılan da, "Arkadaş sizin de ne dediğiniz belli değil; işinize gelince Kürtlerin temsilcisi oluyoruz, işinize gelmeyince böyle oluyoruz..." yollu kestirip atmadı.

Ya?

Gayet nazik bir dille PKK'nın Kürtlerin özgürlük mücadelesi olduğunu uzun uzun anlattı. Ve, PKK'nın temsilcisi olarak düşünce ve görüşlerini açıklamanın görevi olduğunu belirtti.

"Uzun uzun anlattı" dedim de aklıma geldi. MİT- PKK görüşmelerinde Afet Güneş tevekkeli "Kısa yazmayı hiç bilmiyorsunuz..." dememişti.

Hayır yani, "Yandaş medya mensubu..." gibi ifadelerle yoktan yere lafı uzatmanın ne gereği var?!

Benim anlamadığım; vesayet rejiminin işbirlikçisi medyanın jargonlarına neden tevessül edildiği.

Aysel Tuğluk da (Taraf'ta yayınlanan açık mektubunda) "yandaş" yaftasını kullanmıştı.

Gerçi o "Devam ediyorum" diye de acayip bir cümle kurmuştu.

Bir yazar yazısının ortasında neden böyle bir "uyarı" yapar? "Devam ediyorum" demeyince okurları yazının bittiğini mi zannediyor, nedir?

Bu huyların Yalçın Küçük'ten bulaştığı besbelli.

Ne ki o "Devam ediyorum" demekle yetinmiyor, kimi zaman yazılarının sonunda (final cümlesi olarak) "Bitiriyorum" diyor.

Şükür ki Aysel Tuğluk o aşamaya gelmemiş.

Hay Allah'ım ya!

"Bitiriyorum" demeyince, yazı bittiği halde salak salak okumaya devam edenler mi var?