Dünya Basın Özgürlüğü Günü idi yine.

Dünyalar kadar basın özgürlüğüne sahip olmayan bir ülkede bulunduğumuz için…

Bugünleri de gördük gibi bir sevinçten ziyade; günümüzü gösterdiler tadında kutlanıyor.

Müsaadenizle…

Ben de kendimce anayım.

Hazır Genelkurmay da bizzat sansürlemiş, bu devirde yazılarıma erişimi engellemişken!

 

***

 

Şunu daha iyi anladım:

Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü; tutuklu gazeteci sayısıyla anmanın büyük bir manası olmuyor!

Elbette, düşünce ifadesinden, yazıdan, çiziden, konuşmadan ötürü (çağdışı biçimde) tutuklu, uzun tutuklu, hatta halihazır kanunlara göre mahkum kim varsa…

Tek bir kişi bile olsa, ciddi bir sorun.

Ama, “vicdan, düşünce, ifade, basın özgürlükleri”ni sadece kendimizle, biz gazetecilerle tartmak, meselenin şiddetli ağırlığı yanında kifayetsiz kalıyor.

 

***

 

Basın özgürlüğü açısından bile esas mesele; bu toplumda milyonlarca insanın esas seslerinin, asıl dertlerinin, kimlik ve kişiliklerini ifadesinin bastırılması, kısılması, susturulması.

Öyle telefonla, takma isimlerle, tribünde bağırarak, bazen meydanlara çıkarak idrak edilen özgürlükler tabii iyi hoş ama…

Durum şu:

Ailede, okulda, işyerinde, kamuda, özel sektörde veya askeri hiyerarşilerde; siyaset, örgüt, cemiyet, cemaat, aşiret, aidiyet ortamlarında;

Milli Eğitim müfredatından Diyanet inayetine;

İç tüzüklerden kurum yönetmeliklerine;

İşten kovma, hayatını karartma, çoluk çocuğunu tehdit etme şiddetine kadar…

Kişinin kişiliğini, kimliğini, inancını, derdini, başına geleni, talebini, eleştirisini; özgürce, korkmadan, biat etmeden, boyun eğmeden ifade hakkı ve imkânı mevcut mu?

 

***

 

Basın özgürlüğü meselesi…

Sadece (sayıları yüzler veya binlerle olan) gazeteci, yazarın başının derde girmesi değil.

(Sayıları milyonlar olan) insanların; her ortamda ezilen, bastırılan, susturulanların sesinin basında ve kamusal alanda hakkıyla yer bulup bulmaması meselesi.

Yani…

Hapisler mapuslar olmasa bile…

Gazetecilerin bu sesleri özgür ve bağımsız; adil, hakkaniyetli, vicdani ve hakiki biçimde duyup duymaması, taşıyıp taşımaması, duyurup duyurmaması meselesi.

Sadece, devletin, hükümetin, yargının içimizden birilerini koyduğu kafesler değil…

Bizatihi bizim kendi içimize inşa edilmiş; kabullendiğimiz yahut mecbur, mahkum olduğumuz nice kafesin de hakikate ve adalete ihanetine dair bir mesele!

Bilhassa, toplumun koca kafeslere sıkıştırılmış çoğunluğunun; güçlüler karşısında kendini korkusuzca ifade edip edememesine dair büyük bir mesele.

 

***

 

Gazeteci o yüzden…

Kendi hak ve özgürlük sorunlarını da bu büyük kafesle birlikte ifade etmek…

Herkesin vicdan, inanç, düşünce, ifade özgürlükleri ile kimlik ve kişilik haklarını; haberine yazısına, diline, kalemine temel almak, özgürlük ve gazetecilik sınırlarını zorlamak durumunda.

Kendi hanesinde, kendi kalbinde özgür olamayan…

Kendi içinde kafeslere sıkışan…

Dışarıda da özgür olamaz!

Kendi dışındakilerin kafeslerini göremeyen…

Kendi içindeki kafesleri de kıramaz!

Kendi içindeki kafesleri kırmadan…

Seni içine alan kafesler de kırılamaz!

 

 

Devrim dediğin…

 

Güncel misal:

(Şimdi tutuklu) bir Genelkurmay Başkanı döneminde, tepeden üç, beş naylon hak vaadine, ordunun yüzde 70’i namına “Astsubay devrimi” diye isim verilmişti.

(Zaten uzmanları, sivil memurları; onlardan “Devrim masalı” bile esirgenmesini de sayınca; yüzde 70’lik çoğunluk yüzde 80’i de geçip gidiyor.)

Oysa şimdi, kısa sürede 150 bin muvazzaf ve emekli, internet üstünde birbirini buldu, kendini buldu, iç sesini buldu, ciddi ses verdi.

Esas devrim; öyle aşağıdan, içeriden, içten bir şeydir. Önce kendi içindeki kafesi kırabilmektir!

Demokratik, laik, hukuk devleti Genelkurmayı”nın dün tehditkâr açıklamayla saydığı şeyler o “dandik devrim”in ham meyveleri (ve bazı önemli “vaatler”, ama sadece vaatler); tepeden tepki duyduğu ise, tabanın içinde kırılmış kafesler!

Kızanı azarlıyor, yazanı azarlıyor, mütevazı bir emekli derneğini azarlıyor.

Ast isen altsın; alt isen bir halt değilsin, deniyor. Fakat her (cesur) yürek bunu yemiyor.

Sansürlerinize arz ederim!

(HaberTürk gazetesinden alınmıştır)