Günlük stres, öfke, depresyon, yalnızlık gibi duygu durumlarıyla karşılaşınca yeme alışkanlıkları ortaya çıkıyor ve yine şişmanlıyoruz. Dün başladığımız zayıflama programlarına yarın son veriyor ve “Su içsem yarıyor” diye hayıflanıyoruz. Aslında hiç kimse “su içerek” şişmanlamıyor.

Daha az hareket edip daha çok yediğimiz için şişmanlıyoruz. Araştırmalar, dışarıda yenen yemeklerde dahi lezzet ve yemek türünün ardından bakılan ilk şeyin porsiyon büyüklüğü olduğunu gösteriyor. Diyetisyen Didem Yılmaz, “Yeme alışkanlıkları fizyolojik ihtiyaçtan bağımsız  hareket ediyor.

Yemek türü, miktarı, yeme sıklığı arasında duygularla bir bağ var. Bunu bilerek yemek, 1-0 önde başlamamızı sağlayacak” diyor ve şu tavsiyeleri sıralıyor: “Evde, öncelikle hem çorba hem yemek tabağınız küçük olsun. Böylece ‘sadece bir kâse çorba’ diye kendinizi kandırmazsınız. Psikolojik olarak o tabak bittiğinde doyarsınız. Yavaş yemeye özen gösterin” diyor. 

Diyetisyen Öktem Güngör ise araştırmaların, 1970’lerden günümüze kadar standart porsiyon büyüklüklerinin pastalarda 5 kat, hamburger ve benzeri hazır besinlerde ise yüzde 40 arttığını gösterdiğini söylüyor.

Yılmaz aynı şekilde bifteklerin yüzde 224, simitlerin yüzde 195 büyüdüğünü belirtiyor ve “Günümüzde hamburger ve patates kızartması, ilk üretildiği tarihten 2 ile 5 kat daha fazla” diyerek tehlikeye dikkat çekiyor.